31 Ocak 2008 Perşembe

Di Mi Ama Bond Kardeş!



Sevgili Bond;
senİ pek sevmem, zati babanı da sevmez idim.. tarzım da değilsin, ama kabul etmeliyim bu kez çok doğru laf etmişsin. Devlet memuru isen çok çalışacak ama haddini bileceksin... (!)

imza:
bir memur ..)))

Nereye Gitsem Kar Bu aRaLar


Kar her yanı sardı; malum kış. İşin ilginç yanı nereye gitsem karı da peşimden sürükleyişim. Önce Artvin'de bir kar ve soğuk baskını var idi, tam dindi duruldu orada hava, tatile girdik. Derken, Ankara'ya vardım, bir ayaz ki sormayın ve kışın beyaz yüzü -geldiğim gün şiddetlendi-... Derken Kayseri'ye yola çıktım sabaha bi baktım ki kar basmış her yanı; bembeyaz muhteşem bi manzara. Manzara muhteşem; ama arabalar, değil dağda bayırda, düz yolda bile gitme kabiliyetlerini yitirdiler. Bütün bunlara rağmen tatildeydim, kocaman pencerelerden ve en önemlisi de sıcak bir evden parmak kadar yağan karın süzülüşünü seyretmek çok güzeldi. Kadın damarmız rahat durur mu! Durmaz tabi, arabasızlığa rağmen kuzenlerle buluşup kızlar içeri erkekler dışarı dedik ve kısa sürenin -kısa da olsa- tadını çıkardık.

Artık Ankara'dayım. Olamaya da bilirdim hani. Nasılsa 15 tatile gireli çok oldu, karda kışta kim yola çıkar diye biletimin derdine düşmemiştim. Sabah er vakit aradım kaygızsızca... dediler ki YER YOK! İki gündür karlı yolların gazabına uğrayan herkes bugünü beklermiş meğer. Nassı yani diye donup kalınca telefonun öte yanındaki adam baktı bi hal çaresine de, öyle buldum bileti. Macera biter mi bitmez... ama burası da buna yetmez. Neyse, vardım ya evime ..)
(foto: 01.37 - 28.01.08 - çekim ben)

23 Ocak 2008 Çarşamba

Balık da Depresyona Girer Mi Demeyin !!!







Geçenlerde okuduğum bir kitapta, üstlerine ışık tutulan balıkların depresyona girdiklerini okudum ve küçük çapta bi internet taraması yaptım ama elle tutulur bi makale falan bulamadım. Akademik kaynaklara dayandıramadım ama balık çiftliğine sahip birkaç kişiye sordum, doğruluğu vardır dediler. Valla bana da inandırıcı geldi. Ööle ya hep insanoğlu mu girecek bunalıma! İstedim ki sizinle de paylaşmış olayım enteresan bilgiyi… Balık deyip geçmeyin, onlar tahminimizden daha hassas yaratıklar (MIŞ)!! buyrunuz efenim:

“Balık çiftliğinde -ekmek elden su gölden hesabı- ısı ayarlı havuzlarda yetiştirilen balıklara, yandan değil, tam tepeden ışık tutacak olursanız fenalaşıp depresyona giriyor, birbirlerine çarparak intihar ediyorlarmış. Ani ve aşırı bir gürültü olduğunda ya da kepçeyi daldırıp birkaç balık almaya yeltendiğinizde de yine krize giriyor; ancak bu kez intihar etmeyip depresyon haleti ruhiyesi içinde saplanıp kalıyorlarmış. Havuz içinde sağlam kalan balıklara gelince, onlar da sosyal ortamın iniş çıkışlarından etkilenerek, üzerlerinde beliren beyaz beyaz beneklerle hayatlarına devam ediyor; direnemedikleri yerde ise moral bozukluğundan ölüp gidiyorlarmış."

21 Ocak 2008 Pazartesi

Ahan da O bile Dondu!!!

Havalar alışkın olunan kışlardan daha soğuk gidiyor ülke genelinde; bu doğru. Hem de o kadar ki akar sular bile akmaz oluyor. Düşünsenize çağıl çağıl akıp gürleyen Çoruh bile donmuş. Geçenlerde bizzat gözlerimle şahit oldum duruma. Sağı solu akmaya devam ederken güneşten ırak metrelerce bir bölge, ööle -bütünden- bağımsız halde nasıL donAR!!! Yüzey müzey diyolar, ne önemi var. Don var DON!
Sözün özü, gözümle görmemiş olsam!... inanmam!

Aile Bağları

Duygusal bir yazıya boğmayacağım sizi!
Thomas Bezucha filmlerinden biri. Romantik Komedi-Dram karışımı bi şey. O da nası demeyin, hepsnden azıcık ve genel anlamda başından gülümseyerek kalktığınız filmlerden.Claire Danes , Diane Keaton, Rachel McAdams, Dermot Mulroney, Craig T. Nelson, Sarah Jessica Parker, Luke Wilson, Tyrone Giordano'un cömbürcemaat yer aldğı kalabalık bir ailenin öyküsü. Bu kadar ismi bi çıpıda sıraladığıma bakmayın, normalde tipleri bilsem de film aktör ve aktristlerini hafızasında barındırabilenlerden değilim; ama araştırdım heralde!... yaaa... ööle okurlarımın karşısında laf anlatırken yarım yamalak mı konuşayıdım..)))
Malum yabancıların Noel kutlamaları harika bir 1 haftalık tatille başlar. İşte film böyle kısacık bir haftayı kapsıyor ve konusu şu:
Kalabalık bir aile olan Stonelar yıllık Noel buluşması için bir araya toplanma planları yapmaktadırlar. Bu arada evin yakışıklı ve başarılı oğlu Everett, kız aradaşı Meredit'i tanıştırmak için bundan uygun zaman olmayacağını düşünerek bir haftalık tatile onu da götürür. Ancak, tikli ve her an gergin görünen Meredit, bohem ve kaotik, aynı zamanda eğlenceli Stone ailesi için hiç de sempatik gelmemiştir. Benzer duyguları taşıyan Meredith de işin içinden nasıl çıkacağını bulamayınca kardeşi Julie'den yardım ister. Julie gelince durum değişir ve Meredit'in üzerindeki odaklanma azalır; ancak bu yeni drum tahmin dışı başka gelişmelere de kaynaklık edecektir.
Seyir boyunca yarı güldüren, yarı "hadi artık bu kadar da olmasın" dedirten film, sonlara doğru çok başka haller aldı. Bir hafta gibi kısacık bir zamanda -hatta bazen bir günlük, belki birkaç saatlik bir olayın ya da konuşmanın- hayatta neleri nelere dönüştürebildiğini canlandırdığı için çok ilginç geldi film, etkiledi beni... Çünkü biz insanlar, bazen, bilsek de o şeyin başkalarınca da dillendirilmesini, somutlanmasını -ifade ediliş şeklinden midir nedir- daha etkileyici buluruz. Yoksa klasik bir Amerikan filmi idi. Chrismas kutlamalarının özendirildiği, abartılmış bir mutluluk tablosuna yerleştirilmiş sevimli bir aile ve sonu her koldan mululuğa bağlanan ilişkiler bütünü... falan falan falan. Ama dedim ya konunun vardığı nakta ya da benim vardığım anafikir bana güzel geldi. E hakkını vermek lazım; filmin çekim kalitesi ve renk seçimleri de enerji vermeye müsait bir karakterdeydi.
Hazır kış ortasında ayazdan sıyrılmış ve -yalandan da olsa- insanın sırtını ısıtan kış güneşinin varlığıyla donanmış bir pazarda iken, seyretmek bana iyi geldi sanırım.

16 Ocak 2008 Çarşamba

Ruhların Kaçışı


( taken by ben ..)

Yok yok, korku filmi değil, germiyo ööle insanı. Bir Hayao Miyazaki filmi! Aylar önce izlediğim bu çizgi sinema, "Buz Devri-1" den sonra denk geldiğim en iyi animasyondu. Üç saat boyunca, sadece çocukları değil, animasyon meraklısı biz büyükleri de kendine odaklayacak kadar başarılı. Seyrettikten sonra dedim ki kendi kendime, "Bunu keşfetmekte niye geç kalmışım!". Çizimler zaten muhteşem, hareket esneklikleri de... Bu çizgi sinemada görüntü her an hareketli ve çok boyutlu, ama aslolan, konu ve verilmek istenen mesajların işlenişindeki ustalık. Üstelik çocuğuna korku algısını ürkütmeden, hayatın gerçeği biçiminde sunmak isteyen ebeveynlere de önerilebilir bence. Çocuk pedagoglarıyla çalışılmış olması da kuvvetle muhtemel geldi bana. Öyle ya, te meli sağlam olmasa konu ya da tek başına çizimin ne gibi bi başarısı olurdu ki! [Komisyon alan tipler gibi konuştum di mi!!! ]

Geçenlerde İstanbul'da Hayao Miyazaki Festivali başlıklı 2007 tarihli eski bir haberi okurken hatırıma geldi yeniden "Ruhların Kaçışı" çizgi sineması ve -dünyaca tanınan, hayran kitlesi arş-ı alâyı aşmış bir üstâdı- animasyondaki bu büyük Japon ustasını tanımayanlara, onu tanımak için doğru bir başlangıç sunayım istedim. 1941 ylında doğup 1960'larda animasyon dünyasına adımını atan ustanın bilerek ve seçerek izlediğim ilk çalışması idi. Bundan sonra da takipçisi olacağım muhakkak.

8 Ocak 2008 Salı

Bi iki gündür Sunay Akın şiirleriyle haşır neşirim de beğendiğim birkaç dizeyi daha paylaşayım istedim sizinle:

"Bilerek mi yanına almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı çukuru"

Basit gibi gelen şu cümleler içine nasıl da sıkıştırılmış ÖZLEMİN İTİRAF EDİLMEKTEN KAÇINILAN ACISI.. Nasıl bir ayrıntıdır ki bu, yastığa konan başın yer ettiği çukurunu, içinin en derininde duyacak kadar hasrettir sevdiğininin kokusuna, güven içinde yamacındaki yastığa gömülen başına ...

(amma da devirirmişim cümleleri... hiç de bile dikkatli bakınca anlatım bozukluğu olmadığını görürsünüz :) )

Garip

1940'lı yılların önemli edebiyat gruplarından biridir Garipçiler. Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat Horozcu ve Orhan Veli Kanık'ın ortaklaşa çıkardıkları "Garip" adlı şiir kitabıyla birlikte edebiyat camiasında "Garip Akımı" denen bir moda baş göstermiştir. Dönemine göre gariptir de ilkeleri. Nitekim bu akımın baş mimarıdır Orhan Veli. Akım (dolayısıyla Orhan Veli); bütün ölçüleri, kuralları, kafiyeleri yadsır ama gelin görün ki insanın sevmediği ot burnunun dibinde bitiyor ..))) Sen onca uğraş yık kuralları sonra ölünce mezar taşı hazırlayan amca yerle yeksan etsin senin karşı duruşunu:

GARİP
Şiirden kovduğu uyağın
dönüp dolaşıp
sonunda mezar taşına
konması ne
garip:
Orhan Veli
1914 - 1950
(not: Şiir Sunay Akın'ın)

6 Ocak 2008 Pazar

Yeni yıldan ümitliyim; umarım çok güzel şeyler olacak.






2007 zorlayıcı bir yıldı benim için, hem de çok...

önümü görmekte zolandığım, elimi attığımın kuruduğu cinsinden

artık bi şeyler de yolunda gitsin dedim yer yer

kendime döndüm

ama dostlarıma tutunmak güzeldi

huzuru özledim uzun süre, uzun zamanlar

ama ihmal etmedim kendimi, değişime de açıktım hani; saçlarımı değiştirdim sıklıkla renk ve biçimce

kaloriferli bir eve taşındım mesela

belki okulum ve yaşadığım yer aynı kaldı ama artık işe gidiş yolum değişmiş oldu en azından

duvarlarımı keşfettim , bazen kaskatı olduklarını gördüm

kendimi daha iyi tanıdım; güçlü ama yer yer kırılgan olduğumu fark ettim ve mutlu olmak için esneklik payı bıraktım kendime bi parça

aşkta korkak olduğumu anladım, bunun üzerine şövalyeliğe soyundum (hadi hayırlısı bakalım)

çok sevdiğim ballı yeşil çaydan nefret etmiştim, ona doğru yeni bir adım attım

gibi gibi gibi...


UMUYOR VE DİLİYORUM Kİ, GERİDE KALAN YILIN ARDINDAN DAHA ÇOK YORULMUŞ AMA GÜÇLENMİŞ BİR BİLGE OLARAK BU YIL KOSKOCAMAN BİR GÜLÜMSEMENİN YILI OLACAK !!!!!



Hâlâ yeni yılın ilk günlerinde iken geç kalmış sayılmam: Herkes için iyi dileklerimle MUTLU YILLARA...



(not: Yukarıdaki Kardan Adam'lı kartın çizeri ve sahibi Meltem Sözzer'e teşekkürlerimle..))) )

4 Ocak 2008 Cuma

Vakit Varken ve Hayattayken …

Birkaç gün önce, sevdiğim bir arkadaşımın babasının birdenbire felç geçirdiği haberini aldım, hem de bizzat kendisinden. Neyse ki vücudunun yarısını etkileyen bir durum olduğunu söylemişti ve erken müdahale ile üstesinden gelinebilecek bir durumdu. Onu Rize Devlet Hastanesi’ne götürüp gelmesinin ardından -daha arkadaşa geçmiş olsun diyemeden- iki gün sonra vefat haberi geldi. Dün akşam onunlaydım ve nasıl parçalandı, acıdı içim anlatamam.

Ateş düştüğü yeri yakar, civarını da kavurur doğru; ama insan, her ölümde en çok da kendine, kendi ölümüne dalar, ölülerine yanar bir kere daha. Söylenecek sözler tükenir, bakışlar bulutlanır birbirinden kaçar olur, dokunmaya kamaşır da tenler, eller nereye yerleşeceğini bilemez böyle zamanlarda... ve yine böyle zamanlarda BU NASIL BÜYÜK BİR YALNIZLIKTIR Kİ, GİDEN GİDER DE GERİDE KALAN DÜŞMANININ BİLE YOLUNU GÖZLER OLUR.

Eve geldim ve hemen ailemi aradım. İstedim ki paylaşayım da sevgi sözcükleri –zaten biliyor olsalar da- içimde kalmasın.

HERKESE ARMAĞAN OLSUN Behçet Necatigil’den kalma şu dizeler:

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı

Bitmeyen işler yüzünden
-ki siz böyle olsun istemezdiniz-
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.

Ekmek Teknesi’nin “NUSRET BABA”sı Artık Aramızda Değil..

Biraz geç kaldım ama kaç zamandır aklımda da bi türlü fırsat bulamadım onu anmaya. Ama şimdi zamanıdır daha fazla ertelemeden:

1942 yılında İstanbul’da doğmuş olan Savaş DİNÇEL’i alıcı gözle ilk defa Ziya Öztan’ın yönetmenliğini üstlendiği Kurtuluş ve Cumhuriyet adlı filmlerde görmüş, her seferinde de İsmet İnönü için bundan daha iyisi olamazdı demiştim. Yine onun sayesindedir ki İsmet İnönü’yü tarihteki hata ve döngülerini görmeksizin sempatik bulur olmuştum. Sonra baktım ki benim sevdiğim aktör Savaş DİNÇEL, Ekmek Teknesi adlı dizinin temel taşı olmuş bu kez televizyonda. O dizinin de sıkı takipçisi oldum tabii ki ve bu süreçte anladım k o müşfik, olgun ve güçlü kimliğiyle hep bir bilge edasıyla onuyor oyunlarını. Bu haline o kadar alışmışım ki bir televizyon röportajında onu kot pantolonu, dışa verilmiş spor gömleği ve şapkasıyla gayet modern bir tip içinde görünce şaşırmış; sonra da beni rollerinin içine bu denli çekebildiği için kendime şaşırmıştım.


Siz, Savaş DİNÇEL’in, GÜM'de (Güldürü Üretim Merkezi) profesyonel karikatür çizerliği yaptığını, karikatür ve afiş çalışmalarına tiyatroyla birlikte devam edip üç yıl Günaydın gazetesinde TONTON adlı bant karikatürü çizdiğini biliyor muydunuz?

Bunun üzerine onun hayatına dair bir iki ufak bilgi edinmiş ve İstanbul Belediyesi Konservatuarı Tiyatro bölümünde okurken bir yandan da çizerlik yaptığını okuyunca sanatçıların tek yönlü olmayan birçok kanaldan belenen yapıları önünde bir kere daha saygıyla eğilmiştim.

20 Aralık 2007 tarihinde hayata ve tiyatroya veda eden Savaş DİNÇEL, bıraktığın eserlerin, yarattığın karakterlerin ve birçok insandaki pozitif enerjinle mezarında rahat uyu…