22 Ağustos 2008 Cuma

Bu da bi hAvUz muhabbeti.. )))

Gözünüzün önünde canlandırın:
Havuz başındasınız. Keyifli ve müzikli bir yüzüşün ardından, havuzdan çıkıyor ve buz gibi bir su ile duşunuzu alıp yerinize doğru yöneliyorsunuz. Kalabalıkları yararak şezlongunuza geldiğinizde yamacınızda iki şezlongu ayırarak tam da ortaya havlu sermiş bir bayanla göz göze geliyorsunuz. Bozuntuya vermemenize rağmen bakışınız anlık şaşkınlığınızı gizleyemiyor olmalı ki, kadın kibarca özürleniyor. Siz de aynı kibarlıkla karşılayıp kurunup kremlenip güneşlenmenize geçiyosunuz. 10-15 dakika sonra olağan yer değişikliğinizle kafanızı öte yana çeviriyosunuz ve kadının gözünü gözünüzde buluyorsnuz. Dersiniz ki gözleri dakkalardır orada imiş de sizin dönmenizi beklemektelermiş. Gayri ihtiyari bi kısa tebessüm... Aman allahım siz misiniz tebessüm eden; kadının ağzından hali hazırda bekleyen bi muhabbettir başlyor. Hoş, muhabbet demek yanlış olur; tek taraflı bi dertleşme diyelim. Birkaç dakika nezaketen dinliyor, susmayınca teselli edici bi iki sözcük sarf ediyorsunuz, nafile... Kadın ikinci kura atlayıp kocasını dize getiren kişisel gücünden, aile bütünlüğünden kardeşlerinin birbirine olan tutkunluğuyla devam ediyor cümlelerine.. derken muhteşem bağlayıcı bi manevrayla kompozisyonunu tamamlıyor ve siz daha ne oduğunu anlamadan erkek kardeşine münasip gördüğü size getiriyor sözü. Çota!!! Kadını kibarca ve çaktırmadan tersleyip, 10-15 dakikaya sıkışan bu konuşmanın şoku ile yeni çıktığınız havuza doğru ilerliyorsunuz..
Dönüşte kadının ortadan puf diye kaybolduğunu görüyorsnuz, o kadar ki yerinde bıraktığı derin boşluk olmasa biraz önceki hızlı turdan ve kadının varlığından emin olamayacaksınız.
işte bele efenim. Eskiden kadınlar, hamamlara akın ederlerdi gelin bulmak için, şimdi moda değişmiş modernize haliyle aynı inceleme, havuz başlarına taşınmış... Ne denir, bi şey demeyeceğim.
Allammm yalabbim!!! ..)))

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Savunma da savunma ha !

Çok güldüm. Savunma muhteşem; hayvancağızın hakkını yiyonuz siz de... savunma mekanızması işte..))) nerden kıvırsam da ıvırsam diye... Cümlelerdeki gel gite, takır tukurluğa da ayrıca dikkat isterim yani.
Kardeşimle kendi aramızda oynadığımız bi oyun vardı çocukken, -şakalaşma hatta bazen gerçek kavga da denebilir..)- onu anımsadığım için çok güldüm belki de. Kardeşimle tartışıp işi kavgaya vardırdığımızda kardeşim yarı gücüyle yumruğunu omzuma indirir, benim yükselme ihtimali olan sesime karşılık da annemlere duyururcasına "ben vurmadım ki elim çarptı" , "hey ben mi vurdum sen geldin elimin üstüne düştün / çarptın" laflarıyla savunmasını yapmaya başlardı. Tabi bu iş zamanla, benim de aynı repliği çalmam üzerine yaygınlık kazanmış, aramızda o yılların sık kullanılan şakaları arasına girmişti.
Ne tuhaf değil mi; küçücük bir yazı, bi koku, bi resim nelere de çağrışım yapıveriyor insanda..))) Düşünüyorum da çocuk olmak güzel şey yafu...

12 Ağustos 2008 Salı

ametist

Diyeceksiniz ki bu da nesi? efenim bu, menekşe ya da mor renkli olan bir kuvars kristali. Mor yakut ya da mor necef de denen cinsinden. Daha da kısası, taş anlayacağınız. Özellikle alternatif tıp denen şey ortaya çıkıp yaygınlaştığından beri, yıllar öncesinin tekniklerinin ve malzemelerinin moda haline getirildiği materyallerden biri.

Doğruyu söylemek gerekirse, ben taşların enerjisine inananlardanım. Dolayısıyla renkten tutun da ışıltılılığının ya da matlığının kendimce bi anlamı ve bende yarattığı bi elektriği oldu hep; psikolojik bi şeydi bendeki bilimsel değil. Baktım ki hislerim öyle veya bööle bi şeyleri tutturmuş.. pek hoşuma gitti.

Neyse efenim uzatmim; geçenlerde Antalya Demre'de dolaşır iken orada sıklıkla karşımıza çıkan, satılan ametist taşının hikmetini merak ettim, sordum satanlardan birine. Rus asıllı bi kadın anlattı kendi kelamınca, dili döndüğünce malını, tanıttı. Akdeniz'de sıklıkla açıkarmış, kötü duyguları -sanırım nazarı demek istedi- alıp götürürmüş. Odanın bi kenarında durması kafiymiş, ya da üzerimizde. Olumsuz bir durum hasıl olduğunda ya da ortamda kem gözlü birinin tesiriyle negatif enerji yüklenildiğinde taş kopkoyu bi hal alır, siyaha dönermiş. Sonrasında da kendi doğal haline dönüşürmüş. hEMENyaptım araştırmasını, doğruymuş valla. Ne maharetleri yokmuş ki bizim ametistin:


"Psikolojik etkileri: Bulunduğu çevredeki olumsuz enerjileri temizleyip dönüştürür. Sadece odanın herhangi bir yerinde durması bile olumsuz enerjileri toplayıp pozitif enerjiye dönüştürmesi için yeterlidir. Kişiyi rahatsız eden takınaklı düşünceleri uzaklaştırıcı ve yatıştırıcı bir etkiye sahiptir. Koyu mor ya da çok açık renkli olan ametistler en güçlü enerjiye sahip olan ametistlerdir. Uykusuzluk çekenlere iyi gelir. Eğer uykusuzluk sorunu yaşıyorsanız; ametisti yatmadan önce bir süre elinizde tutun ve sonra yastığınızın altına koyarak yatın. Sorununuzun nasıl düzeldiğini göreceksiniz. Enerji dolu bir taş olduğu için çoğu insan üzerinde canlandırıcı bir etkisi vardır. Sürekli üzerinizde taşıyabileceğiniz bir taştır. Yaydığı enerji her zaman size fayda sağlar ve olumsuzluklardan korur. Özellikle düşman tavırlı insanların arasında bulunacağınız zamanlarda bu taşı üzerinizde bulundurmaya gayret edin. Böylece sadece pozitif enerji alacağınızdan emin olabilirsiniz. Enerjisinin odaklandığı kişide uyum ve denge oluşturur. Yaydığı enerji doğrudan sinir sistemini etkiler. Ancak ciddi bir kişilik bozukluğuna sahip insanlar bu enerjiyle uyuşamayarak, onu rahatsız edici bulabilir. Pembe kuvars ile birlikte kullanıldığında aklı güçlendirir ve kalbi korur.

Fiziksel etkilerine gelince ise: Göz hastalıklarına, alerjiye, baş ağrılarına ve kalp rahatsızlıklarına iyi gelir. Negatif elektrik yükü taşıdığından dolayı; bedendeki fazla elektrik yükünü toplayarak beyin gücünü yükseltir." İMİŞ!

Bunlardan bir kısmını daha önceden de duymuştum üzerinde durmayarak, ama bunca ciddiyetinin farkında değildim. Tüh dedim gelince alsaymışım bi tane..)




Bu bilgilerden daha ilginci ise şu oldu: bu ametist taşını RAKI bardağının ya da ikram şişesinin içine koyarsanız daha uzun süre soğuk kalmasına yardımcı olduğu gibi, rakının içindeki alkol oranını düşürüp yumuşatıyormuş. Bu da daha uzun soluklu içeblmek ve sarhoş olmamak demek ki sevenlere duyurulur..)))

dErmİşiM..)



Garfield'i çok severim. Nedendir bilmem ama onun o tınmaz havası pek bi hoşuma gider, nasılsa her işi de rast gider keratanın. Neyse efenim, geçen haftalarda bi şey tarar iken rast geldim Garfield öğretilerinden bir kısmına. Öğretiler yeniden, -tam da deniz sefamın bitiminde, tatil de sona yüz tutmuş iken- karşıma çıkınca dedim ki -hüzünlü bi telaş ile- hemen yayına vereyim. Benimle taban tabana zıt -ki beni tanıyanlar çok net göreceklerdir..) - bu öğretileri, sağ üst köşede gururla sunuyorum efenim:

Hani düşününce fena fikir de değil; öyle ya, üç günlük dünyada stres stres nereye kadar, di mi ama?! ..))))


DERMİŞİM..)