25 Eylül 2008 Perşembe

vatan, millet, sakarya !

İŞte bööle lafla peynir gemisi yürümüyo efenim. Memlekette ööle işler döünnyo ki kaç zamandır, midem de yüreğim de kaldırmaz oluyo gayrı. Hayli zamandır yakaladıım herişe yarar boşlukta okumaya çalıştığım "Şehit Enver Paşa"yı işaretleyip didiklerken öyle öyküler, öyle savaş ve yaşam konşullarında direnmelere denk geldim ki utandım ulusça içinde bulunduğumuz mız mızlığımızdan. Hazır, gözümden uyku akmasına rağmen uyuyamadığım bu gecede sizinle de paylaşayım ded bi ufak öykü..)
Enver Paşa ve amcası Haliil Bey Trablusgarp taraflarındadırlar. İtalyanlar, kendilerince Libya'nın hakimi oldularını dyurmuş olmalarına karşın Türkler, Halil Bey komutasnda direnişe devam etmektedirler. Uzun süren savaş nedeniyle erzak ve levazım tükeniştedir. Çareler tükenmez... ama...

"İki yıl süren bu savaşta, İtalyanlar bizim bulunduğumuz bölgedekim bu vadiden içeri akamadılar. Eldeki cephane her savaşçıya ancak yirmi fişek verebileceğimiz kadardı. Hiçbirtaraftan cephane ikmali yapmak imkânı da yoktu. Sonra bunun bir yolunu bulmkta gecikmedik. Kaçakçılar vasıtsıla kara barut temin ediyorduk. Kapsülleri de Tunus üzerinden , dışarıdaki arkadaşlar taahhütü mektuplarla gönderiyorlardı. İş, kurşunu temin etmye kalıyordu. Mektupla kapsül getirebildiğimize göre, bunun da bi çaresine bakardık. Ve çaeyi bulduk: Araplar sekizer onar kişilik gruplar hainde kum tepelerinin arkasından şyle bir gözükünce, devamlı gözetlemeulunan donanma yaylım ateşine başlıordu. Araplar kafalarını hemen kuma gömüp saklanıyor, sonra ateş kesilince de kumların arasından misketleri ayıklıyorlatıyoum. Sözün kısası, İtalyanlar vastasıyla kurşun temini yolu da bulunmuş oldu. (Halil Paşa 'Bitmeyen Savaş')"

Ne zekâ ama !? Yaratıcılık en çok, en yok ve en zor zamanda çıkarmış ya ortaya bunun gibi bi şey olmalı..)

Kitap araştırma kitabı, Enver Paşa'nın yanlış anlaşılan yanlarını tarafsız bir kalemle yorumlamak ve sunmak için yazılmış. Kitap öykü dolu falan değil, ama her bir safası tarihin tozlu sayfalarında satır aralarında unutulmuş nice bilgiyi barındırıyo.

Efenim bu gecelik benden bu kadar. Merakı olalara iyi okumalar..)))

24 Eylül 2008 Çarşamba

Havva Teyzemin İnekleri..)


Efenim Havva Teyzem pek sever bağıyla bahçesiyle uğraşmayı. E burası Artvin, bağ az ama bahçe çok; fındığı mı dersiniz, mısırı mı, yemişi mi... Fakat köy içinde başka bi köydür onun ev dibindeki bahçesi; neler yoktur ki... O kadarki bi ahırı bile vardır miniğinden. Her iş, her yer bi yana inekleri bi yanadır Havva Teyzemin. Girer ahırına süslümü süslü; ağzında cigarası, tırnaklar kırmızı / koyu renkli ojeleriyle... işte bu hal ahırından çıkar iken tanıştım ilk onunla.. Kulağa değişik geliyor değil mi, bunca köy işi içinde her an ojeli tırnaklar. Yok ööle bi iki seferlik denk geliş değil, hiç ojesiz görmedim daha ben onu.

Gülmeyiniz efenim, bu süs onun asortikliğinden değil elbet ineklerinin asortikliğinden. Nasıl mı? Şöyle ki, Havva Teyzemin inekleri bi âlem; ojesiz oldu mu tırnaklar, süt vermeye yanaşmıyor, verseler de bi hayra yaramıyormuş. Biter mi bu kadarla, cins inek bunlar. Mümkünse yanlarında ÖÖÖe inekli minekli konuşup kesmek, kurban etmekten de bahsetmeyiniz; ööle trene bakar gibi bakmıyo valla bunlar..))) Şu yukarıdaki büyük kara inek öteki ölünce onun yerini almış manen, ismi Maşallah. Fotoda yer almayan ahırdaki mini danası ise henüz isimsiz. O daha bu dünyada yeni, insanlarla yaşamaya alışma aşamasında. Huyu da anasına çekecek tabi..)))

Biter mi daha bitmez, nazlı mı nazlıdır bizim Havva Teyze'nin inekleri. İneği Maşallah, suyunu hep mavi kovasından içmeye alışkındır. Başka kovaya burun kıvırır oralı olmaz. Yanılıp da mavi kovasına ekmek ya da başka bi şey koymuşsanız -ki kimsenin değil ona ait olanlar-, hani kenarında da ekmeğin kepeğini ya da içindekinin kalıntsını unutmuşsanız "tıs" diye bi ses verir de öldür allah, su neyim içmez o kovadan..)))

YAAAA işte, ööleee İNEK DEYİP geçmeyiniz efenim, karakterli hayvanlar..)))))

18 Eylül 2008 Perşembe

aman da tüttü burnuma çiçek dolması..)

Ramazan yarıyı geçti. İnsan da oruçken her şey burnuna tüter oluyor valla. Deyin ki çok mu yiyosun? Yooo su, çorba derken tıkanıyo insan, gerisi göz doygunluğu ama olsun efenim...
İşte böyle günlerden bir günde bu sefer de canımın kabak çiçeği çekesi oldu. Nerden bulunur şimdi ne yeri, ne mevsimi. Napayım, iş dönüşü ben de hem kendimi hem midemi oyalamaya oturdum yine yazmanın başına. Özellikle iç Anadolu bölgesinin belli yerlerinde bilinip yapılan yemeklerden biri kabak çiçeği yemeği. Biraz nazlıca bi çiçek bu. Aslında kabak tarlalarında çiçek kabağa dönmeden evvel her sabah görmek mümkün. Fakat onları kapalı değil, açık halleriyle yakalamak için sabah er vakit kalkmanız gerek, çünkü saat 6-6.30 gibi yakalayamazsanız
turuncu sarı arası koca yapraklarını kapatıveriyorlar dışarıya. O gün toplamazsanız da yavaş yavaş çilikten kaba olmaya doğru lerleiklerini görüyorsunuz ki artık kabak çiçeği yemeğiyapmaiansınız kalmıyor. Dedim ya işte, nazlı.. Rahmetli anneannem her yaz ziyaretimizde er vakit kalkar toplardı kabağın çiçeklerini. Sabah buram buram kokan kabak çiçeği yemeğine uyanırdım -Öyle belirgin bi kokusu olmamasına rağmen ben bilirdim işte-. Bu yaz Kayseri'de anneannemi yâd ederek bolca yedim aslında. Lüks semtlerde ve koskoca apartmanlar arasında bile bisikletli arabada çok er vakitte kasa kasa çiçek diye dolanan bi amcaya rast geldim bu yaz. Önce tesadüf sandım ama baktım her sabah geçmekte. Ne ilginç değil mi, hani plstik arabası, hurcı, simit arabası vb. çok gördüm ama kabak çiçek arabası..))) Bi Kayseri'de olsa gerek..) Hiç kaçar mı bu fırsat, aldık aldık pişirdik. Zaten minnicik bi şey, zeytinyağlı yemek grubuna girdiği için de çerez gibi tüketiyosunuz.

Şimdi diyeceksiniz ki bnedir, nası pişer?
Efenim, dediğim gibi öncelikle normal yemeklik kabağın bahçesine ereceksiniz, sonra er vakit kalkıp -sabah ezanından önce derler Kayseri'de- çiçekler kapanmadan toplayacaksınız. Sonra önceden hazırlamış olduğunuz içle -ki, içte bi şey yok, aynı dolma içi gibi pirinç, soğan ve az baharatlı- çiçekleri hemen dolduracaksınız, yoksa çiçekler kapanmaya yüz tuttu mu, öldür allah açılmazlar ona göre..) Ama meraklanmayın, doldurması zor değil, gayet basit. Çiçein ortasına çoook az iç koyup yapraklarını kırmadan ortada toplayıp içe doğru kıvırıyor işaret parmağınızla hafifçe bastırıyrsunuz. Doldurduğunuz her çiçeği ağızları yukarıya gelecek şekilde yan yana dizdikten sonra üzerine hafif salçalı baharatlı su hazırlayıp döküyor ve yaprak ya da normal dolma pişirir gibi pişiriyorsunuz. Pişmesi ööle uzun anınızı almayacak olan yemeği tabaklara servis ederken isteğe göre sarımsaklı yoğurt veya salçalı sosla da süsleyebilirsiniz.
Tabdamak tadı seversiniz semezsiniz kim bilir, ama AFİYET OLSUN Efenim.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Tipine bakan bi şeye benzetemez ama

Merhabalar efenim. Bugünkü yazımı da kaktüs meyvesine ayırdım; daha önce hiç görmemiş ya da tipine bakıp tadına hiç bakmamış olanlarınız için..)

Bu meyve genellikle ekvatoral bölgelerin meyvesi. Özellikle Akdeniz kıyılarında denk gelebileceğiniz kaktüs meyvesi, gördüğünüz üzere büyük kaktüs -ağaçları- üzerinde yetişmekte. Görüldüğü üzere hayli nizamlılar, yan yana ölçülmüş de konmuş gibi.. Olgunaştıkça rengi yeşilden hafif turuncuya doğru kaymakta olan bitkinin çok da sert olmayan ama dışına (kabuğuna) kadar çekirdekli bir yapısı var. Küçük bir yumruk gibi duran kaktüs meyvesini yemek ööle çok da ustalık istemyor, ama ilmini bilmek gerek tabi. İlk defa Anamur'da tanıştığımda, soyulmuş, çıplak halde su dolu bi leğen içinde satılmakta idiler. Hiç durur muyum, gurmeliğim tutmuş da hemen denemeye girişmiştim. Tadı da rengi de armuda benzeyen bu meyvenin ortası yoktu. Yan, diğer meyveerden farklı olarak çekirdeği ortada değil tüm bünyesine yayılmış bulunmaktaydı. Ağzıma geldikçe tükürmekle yutmak arasında kıvranışımı fark eden arkadaşım, "ye ye bağırsağa, mideye her bişeye faydalı, yut gitsin!" deyince rahatlamıştım. Ancak pek de sarmamştı tadı beni. Tatlı değildi, ama acı da... Öööle arada derede bi şeydi anlayacağınız. Sanırım şeker hastaları için hayli uygun oluşu da bundan.

Yıllar önce tanıştığım bu meyveye bu yıl da Kaş'a doğru uzanan yol üzerinde denk gelince varlığını unuttuğum bi şeyi bulmanın heyecanı ile yanaştım yanına. Üstelik kabuklu, hatta ağaçtaki pozlarıyla yakalamıştım onları. Bu halleriyle ilk görüşümdü. Hemen aldım ele makinayı çekiverdim. Bu ilgimi merak etmiş olan civardaki kaktüsçü çocuklar tadına bakayım diye çabaladılar. Baktılar ki ben görüntü ile alakadarım; hemen usta TV aşçıları gibi başladılar bana faydalarını, soyuluşunu anlatmaya. Benim onları ciddiye alan tavrım hoşlarına gitmiş olmalı ki, şevke geldiler hepsi bir yandan. Öyle seimlilerdi ki... Hatta çlerinden biri ürünlerinden birini feda edip soyuluşunu göstere göstere şov bile yaptı. Ben de bu şovun karelerini sunuyorum aşama aşama.




Bu heyecanlı nezaketlerine karşılık, beni gazeteci sanışlarındaki inancı hiç bozmadan grupça fotoğraflarını çektim ben de. Şimdi de sözümde durup yayınlıyorum onları, onlara teşekkür için..) Rastlarsanız benden de selam söyleyin olur mu..)

15 Eylül 2008 Pazartesi

Tatil kokusu sinmiş bi yazı...(4)

Kültürel gezilerin bitimindeydim artık, görülebilecek her yerini görmüş olmanın huzuru ile döndük arkadaşlarla. Hele ben her yeri, her ayrntıyı kare kare fotoladım ki o ana dair çok şey kalsın diye elimde. Dönüş mutlu ama yorgunca idi. Derken gelen bi telefonla enerjimi geri şarja bağladım; Borçka'daki biriciklerim -artık buralarda olmasalar da- , değil Antalya'dan, tam da Finike'den ses vermekteler... daha da kalabalıklaşan son 2 günlük muhabbetimizin ardından dönüşü biz bize ve erken yapmaya karar verdik. Geze dura devam eden yolculuk boyunca mayolar içte; in yüz, bin kurulan modunda ettik akşamı.

Finike'den sonraki ilk durağımız, yakınlardaki başka bir ilçe Kumluca idi. Kendi halinde, denizel ama çok da turistik görünmeyen Kumuca'yı şehrin içinde kısa bir araba turuyla tanımayı kâfi görerek devam ettik. Kumluca meydanlarını yer yer süsleyen sebzeli heykellerin hikmetini ise sonradan anlayacaktık. ÖÖÖle ya, biber, domates vs tamam da kabaktan daha uzun şu yeşil şeyler de neydi?..) Onlar bu yöreye has su kabaklarının uzun halleriymiş efenim. Nitekim Olimos-Çıralı civarında aslına bolca rastlayınca çözdük mevzuuyu.

Sonra ver elini Olimpos. Baktık çok uzak, yollar da meşakkatli erteledik ve Çıralı'ya kırdık dümeni. Plaj bu kadar mı -bakımsızlığına rağmen üstelik- güzel, cezbedici olur. Bi yanda kafes içinde korumaya alınmış karetta karetta yumurtaları bi tarafta doğası hiç bozulmamış berrak mı berrak bi deniz; durun ve temiz bir havuz edasında. Kıyıya yakın yerlerde açıkta buldukları her yeri dişleyen minik balıkları saymazsak kendinizle başbaşa... birkaç kere saldırılarına maruz kalıp taşlıkta ayağı kaymış bi insan olarak konuşuyorum..) Ola ki yolunuz düşerse uğrak yerlerinizden biri de Çıralı olsun derim..






Bir sonraki durak ise açlığımızı bastıracak bir yerdi, ki yol üzerinde yapıda yöre halkının otantik diyebileceğimiz mekânları var; ama söylemiş olayım biraz pahalı..) Ama doğa ile iç içe şırıltılar içinde yerken dinginleşiyounuz ki buna değer.

Bir sonraki durağımız ise Kemer'di. Lüks binalara karşın kimsesiz bi ıssızlık hakimdi. Hoşlanmadım anlayacağınız. Ancak ola ki uğrarsanız mutlaka meydandaki havuzlu parka gidip, belli periyotlarla düz zeminden -yerden- fışkıran fıskiyelere kendinizi bırkmanızı tavsiye ederim; hem de sırılsıklam oluncaya kadar...

Yol üzerinde bi dolu tatil köyüne denk geleceksiniz. Onlar, dışarıdan gelenler için sadece seyirlik ama meraklı olanlar için, bi girip turlaması bile pek bi hoş. Biz birini tecrübe ettik mesela, Avrupaî bi edası vardı Türkiye'den ayrı. Eee ziyaretçilerinin zengin yabanclardan oluşmasıyla alakası olsa gerek diyerek şenlendirdik gözümüzü, gönlümüzü..) Önemli Not: İçinde kompleks barındıranlar için önerilmez..)

Sonraki uğrak yeriniz de Konyaaltı olabilir; ancak onca güzel yeri gördükten sonra orada oyalanmaya değmez, hele de vakit sıkıntınız varsa.

Efenim ondan sonraki süreçte Antalya'da size değil evlerini, yüreklerini açan dostlarınız varsa tatiliniz daha bitmemiş demektir... Başka dost yüzler de görüp Antalya'nın eğlencelerini keşfedeceksiniz demektir; yorulmak ve erken yatmak yasaktır..)

14 Eylül 2008 Pazar

Tatil Kokusu Sinmiş Bi Yazı... (3)

Aziz Nicolas'ta kalmıştık ve ben demiştim ki gidip görmeye değer. Geniş bahçeli küçük bi kilise. Bahçedeki sevimli Noel Baba'nın sevimli sembolik heykeli ile karşılanacaksınız. Ardından asıl tipi dikkate alınarak figüre edilen -yandaki- Aziz Nicolas'ı göreceksiniz. Artık kilisenin kapısındasınız demektir. Yüksek tavanlı odacıklardan oluşan kilisenin duvar resimleri ile göz göze mi geldiniz? Evet, girişin iki yanını kaplamış olan bu duvar resimleri, hâlâ bozulmamış yapısı ile gösterecek size kendini, yer yer. Siz bazen birkaç yola ayrılan koridoru takibe devam edin. Nasılsa aynı büyük hole açılacak.




Belki birçok kilisede hissedemeyeceğiniz mistik bi havası var bu mekânın bence. Sanırım bu havada, hâlâ bozulmamış duvar resimlerinin -ki bu duvar resimlerinden en çok 12 Havari motifleri etkiledi beni. 12 Havari'nin işlenmiş olduğu oda dilek dilenen oda imiş, sıkıntısı ve bir dileği olan bu odanın tam ortasına denk gelen metal direğin çevresindebir tur atıp tavanda yer alan 12 Havari'ye yakarır ve tam karşı duvardaki küçük çıkıntılı alana mum dikip geri geri çıkarmış odadan-, yüksek tavanlı odacıkların, restorasyon dolayısıyla dışarıya yığılmış desenini muhafaza eden bissürü koca taş parçasının da etkisi var. Bu kadarla da kalmıyor, 3 girişi olan bir küçük odacığa giriyorsunuz ki, bir lahitle karşılaşıyorsunuz. Her yandan kuyruğa girmiş bi dolu insanla dikkatinizi celbeden bu alana yöneldiğinizde ise Aziz Nicolas'ın temsili heykel mezarına ve -eğer tatil döneminde iseniz, yani şanslıysanız- Ruslarla, İtalyanların hacı oluşlarına şahitlik edeceksiniz. Mezarın altındaki camekanlı alan Aziz Nicolas'ın zamanında kemiklerinin saklandığı yermiş, tabi İtalyanlar 1000 yıl önce gelip kemikleri çalmadan önce. Belki bu bilgi, cam ardındaki boşluğa manasız bakmanızı engeller..)

Bu arada, evet, hacı dedim yanlış anlamadınız. Burası Ruslarla İtalyanların hacı olmak için akın akın geldikleri yermiş. Dolayısıyla manevî anlamı dolayısıyla yabancı turist kalabalığında onları o mistik hava içinde gözlemlemek şansını yakalaması çok güzel. Gerçi hacılık anlayışları görsel açıdan bizden farklı; yani hepsi mayolu şortlu, ama sonuçta yürekten dua ettiklerini görüyorsunuz. Hayli çeşitliler; kiminin -yarı çıplaklığına karşın- başı örtülü, kimi elinde haç uzaktan mum dikip dua ediyor, kimi ise mezar üzerindeki temsilî Aziz Nikolas'ın eline dokunarak dileklerine gömülüyor dakikalarca. Sonra bahçeye çıkıp oradaki çeşmeden su içerek hacılıklarına kavuşmuş oluyorlar.

Efenim, kafanız yukarda yoruldunuz, biraz da acıktınız ise -kiliseden çıkıp, kavşağa kadar dümdüz yürüdüğünüzde karşınıza çıkacak olan-"Antepliler" diye bir lokantayı tavsiye edebilirim size. Ucuz ama kaliteli bi lezzet. Şahsen orda bu lezzeti yakalamak şaşırttı beni.

Demre'ye ilişkin denebilecekler bunlar. Başka yerlerdeki başka gözlemlerimi de başka yazılarda paylaşmak üzere..))) Ne bileyim işte ben gördüm siz de görün diye..)

Tatil kokusu sinmiş bi yazı... (2)


Selamlar efenim..)



Finike'den güle eğlene, virajdan helak ola ola Demre'ye yaklaştınız. Küçük bi kasaba zaten merkeze varmak hiç de zor olmayacaktır. İşte tam çarşı ortasına varrken "Myra Tapınağı" diye bir tabela okuyacaksınız. Taş yapılara, eski Roma kültürüne ilişkin kalıntılara merakı olanlar için ilgi çekici ir yer bence. Küçük denebilecek bir alana altlı üstlü bunca bir kent kurmak; mezarları, odaları, amfi tiyatrosu vs... Özellikle 3 kafa figürünün sıklıkla kulanılmış olması dikkat çekiciydi. İyiydi hoştu da, tüm bu alan kapsamında, açıklayıcı doğru düzgün bir tabelanın olmaması şaşırtıcı ve koskoca bi eksiklikti bence. Üstelik daha fazla bi korunuyor olma hali beklemiştim açık hada öölecene... ne bileyim.

Sıcağın anlında uzun bir kuyruktan sonra müze kartınız veya giriş kuponunuzla içeri girip turlamanız bittiğinde yılmayınız, çünkü çıkıştaki koridorvari cıncık boncuk hatıralıklara bi göz atabilir ya da hemen kapıda bekleyen süslü deve ile fotoğraf çektirebilirsinmiz. Yok, susadıysanız ve farklı tatlar da seviyorsanız kaktüs meyvesinin (ki buna ilişkin bilgi ve fotoları, -bana hususi poz ve bilgi veren çocuklara haksızlık etmemek için- başka bi yazıda paylaşmak istiyorum sizlerle) tadına bakabilirsiniz ya da girişteki küçük kır çay bahçesinde taze sıkılmış buz gibi portakal suyu içebilirsiniz.
Efenim, burası bittikten sonra Demre merkeze doğru devam edip "Aziz Nicolas"ı (Noel Baba Kilisesini) mutlaka ziyaret etmelisiniz. Yok bu az önceki gibi sadece taş görüp çekeceğiniz bi mekân değil; güzelliğinden ziyade mistik bi yanı da var. Neden mi?
Artık o da bi sonraki yazıya kalsın ki fazladan bikaç foto paylaşmak istiyorum hakkını vererek tanıtmak adına.

13 Eylül 2008 Cumartesi

Tatil kokusu sinmiş bi yazı... (1)

Efenim selamlar. Malumunuz kaç zamandır pek yokum ortalarda; ne yazı girebildim ne içim dökebildim..) zaman kazanmak için sağ yana eklemeyi sektirmediğim fotolarım da kafi gelmemiş olmalı ki çevreden irili ufaklı taşlar gelmeye başladı. Tamam dedim artık, az biraz silkelenip inatla yazmak zamanı. Yok ööle işi, ramazanı, yat kalk uyku dengemin bozukluğunu falan bahane etmek. Hayır içimde kaldı birikenler, yakında taahütten kalkacak bari bi ikisini sıkıştırayım araya istedim.

Efenim, yaz rüzgar gibi geçti ve ben işe tam hız başlayalı 3 hafta oldu. Dolayısıyla tatilde topladığım enerjiyi tasarrufuma bırakan olmadı; ama kararlıyım ööle bi çırpıda bitirmek yok iç enerjimi..)

İtiraf etmeliyim ki son birkaç yıl içinde yaptığım kafamı götürmediğim ilk tatilimdi. Doğrusu çok gezmiş olmamın etkisi oldu bunda ama daha da etkili olanı tam bi kavuşmalar yazı olmasıydı sanırım. Bu kısmı ööle uzun uzadıya anlatacak değilim ama bazısı tesadüfler, bazısı planlı buluşmalarla 3-4 yıldır görüşemediğimiz ahbaplarımla kavuşmak çok güzeldi... eksilmeden saklı kalanları yakalamak vs vs...

Malumunuzdur ki tatile geç çıkmıştım; 12 Temmuz -kurs sonrası bitap vaziyette-, ama pir çıktım. Birdenbire gelişen bir davetle arkadaşların bana da yer ayarladıklarını söylemeleriyle Antalya-Finie'de buldum kendimi. Öööle atah bi yer değil ama mutevazı bi tatil arayanlara, biraz da ucuz bire bir DSİ Teisleri. Derken indimoldu akşam, 4 kişil bi tatile tavken olduk 12 kişi, tesisin kalender müdürü de eşlik edince gelsin eğlence. Yaşlı genç kalabalı grubumuzla çıktı keşfe Finike'yi. Finike, Antalya'ya yaklaşık 2 saat bi ilçe. Denizi ve kumu süper. Üstelik koylarıyla meşhur, Noel Baba'nın doğum yeri kabul edilen Demre'ye de çok yakın (ki bu kısmı es geçmeyip ilerde gelicem). Finike-Demre arası portakal suları gırla gitmekte (Yaz meyvesi değil ama seracılık yaygın olduğundan olsa gerek bööle şeker gibi portakal içmedim yani..)









Yol boyu Demre'ye doğru ilerlediğinizde muheteşem manzaralı koylar göreceksiniz. Ancak sahil yapısı olmayan daracık ve bol virajlı yollar altında kaldığı için doğallığını korumayı barmış bu koylara ulaşmak serin suyuna ermek onca da kolay değil. Önce arabayı park edece -daha dorusu sıkıştıracak- bi boşluk bulmanız gerekiyor, sonra da inebilecek bi patika. Ama sonrasında sizi ödüllendiren pırıl pırıl, dibi rengarenk taşlı bir deniz ve güneşin okşadığı yeşilli mavili bi manzara... İki küçük plaj dışında her yer doğal ve parasız. Anlayacağınız ucuz bi memleket..)) Hemen size bi iki koy fotosu sunayım da anlayınız efenim:



Öööle bi iki uzaktan görüp geçmemenizi, buz gibi suyun içine kendinizi bırakıvermenin tadına varmanızı tavsiye ederim.
Koy faslını bu şekilde tamamlar iken yol üzerinde sağ tarafta "Suluin Mağarası" tabelasını göreceksiniz. Yukarıdan bakıldığında sığ görünen ama derinliğinin ölçülemediği ve atılan hiçbir taşın suya düşmediği iddia edilen bu mağaranın, kayda değer bi yanı yok, bence zaman kaybetmeyiniz. Nitekim biz üstten değil alt tarafından dolanınca attığımız her taşı oraya ulaştırdık diyebilirim -tamam biz bayanlar pek isabet ettirememiş olabiliriz, ama cengaver arkadaşımız sağ olsun..)- Bu mağara suyunun çıkış noktası hala tespit edilememiş, üstelik geçen yıl suya giren 2 yabancı turistin cesetleri de bulunabilmiş değilmiş. İşte bütün bunlar şehir efsaneleri gibi anlatılınca heveslenip bi gaz koşup sonra da bööle eliniz boş dönebiliyosunuz bazı... Ama üzülmezsiniz, çünkü mağaranın yarttığı hayal kııklığı fazla uzun sürmeyecektir; çünkü siz meşhur Demre'ye ulaşacak olmanın hevesiyle çoktan yola koyulmuşsunuzdur...
Ooo saat hayli olmuş, bugünlük bu kadar yeter. Demre'ye ilişkin izlenimlerimle başka bir yazıda görüşmek üzere..)

11 Eylül 2008 Perşembe

tatil bitti, hâlâ vuslata eremedik ..)

tatil öyle bi tatlı koşturmaca arasında geçti bitti ve sonra da ben öyle bi hızla işe başladım ki, tabir-i caizdir, dilim şişti burda anlatacaklarımı anlatamamamamaktan ötrü (Nitekim, dilimin şiş hali "ma" olumsuzluk eklerine hakim olamamamdan da belli.. kekem kükem ..)))
Efem gecenin yarısı uyuyamamışken bi şeyler karalayım dedim, biriken e-postalarıma dalınca yine erteleniverdi yazım. Ben de en azından bi görüntü verip zaman kazanayım istedim. A bi de sayfayı açar açmaz her seferinde şu saçma havuz muhebbeti ile karşılaşmaktan sizi de kendimi de kurtarayım istedim..)
En kısa zamanda görüşmek üzere.