30 Ocak 2009 Cuma

zamanın içinde bi yerde..)

Tatil..)
Gezmek, uyumak, dinlenmek, vuslatlar, susmalar, hiç susmamalar, zaman hakimiyeti ya da kendini zamana bırakma özgürlüğü... vs vs ve işte tatil!
İşte tatilimin içinde bir yerlerde bi de geçmişe yolculuk yapıverdim iki arada bi derede..) Nasıl mı?
Geçen gün, müzik reyonunu turlarken gözüme ilişen bi kaset geçmişe götürdü beni. Yok ööle "Issız Adam" filmindeki müzikleri; şu sıra yeniden moda olan şarkıları kastetmiyorum. Kastettiğim günümüze daha yakın bi grubun şarkısı: Mavi Sakal'ın -çoooktandır dinlemediğim-"İki Yol" isimli çalışmalarıydı beni olduğum yerde tebessümle kalakaldıran. Zamanında -üniversitedeydim o zaman- para verip alamadığımız için kasetçilerrde çoğaltarak elden ele yaydığımız kasetleri (o dönemlerde download, nette dinle lüksleri yoktu haliyle) ..))) şimdi karşımda duruyordu ve birden kulaklarımda, hatta daha da içimde çalmaya başladı "İki Yol" ve ben işte, bilmem ne kadar sürdü, ööle tatlı bi tebessümle kalakaldım standın başında. Rock meraklısı ve giyimlisi bizler yeniden canlandık gözümde, dersiniz ki kalabalıklaştık birden, yan yana idik yine... bi heves, bi farklılık... gençlik işte..))) hey tabii ki gencim gene hiç de laf ettirmem kendime ama başka bi toyluktu o dönemdeki, başka bi tazelik, kendini bulma serüveninin parçaları... öyle işte... sevgiyle anıyorum her birinizi ve bazılarınızı her şeye rağmen... İşte bu tebessümüm, önce o yaşlardaki benime ve sonra size..)
sevgiyle kal ey güzel zaman ve o zamana dahil olan..)))
E duyumsadığımı paylaştım, oldu olacak şarkıyı da paylaşayım ..)
http://www.dailymotion.com/video/xk5w0_mavi-sakal-iki-yol_music

27 Ocak 2009 Salı

Tatilin ilk günü

Şimdi başka bi konuya taşıyacağım sizi. Tatilin ilk gününe. İlk günü, Ayşecik'le indik Ankara'ya. Onun akşama memleketine dönmesi gerektiği için; koptur koştur bir telaşla bi iki iş halli ve arkadaş ziyaretinin ardından kendimizi kocccaaa alış veriş merkezine attık. Zaman az, keyfimiz -yorgunluğa rağmen- çok..) O yorgunlukla alışveriş merkezinde kaç döndük kaç yön şaşırdık bilemiyorum ama tahminimizden geç bi çıkış yaptık -gözümüz yarım bıraktığımız kahvelerimizde kala kala-. Benim sakin tavrım yine de devam ediyordu çünkü metro, ankaray derken zaten 15 dakkaya erecektik AŞTİ'ye (terminale). Ama işler hiç ööle hesapladığımız gibi olmadı tabi. Metro hemen kalkmadı, ardından Ankaray'a indiğimizde ise, bekleme banklarından birinin yanına -bomba havası yaratacak şekilde- iliştirilmiş bir sırt çantasının gazabına uğradık. Yapılan bomba ihbarı dolayısıyla dakkalar kaybettik. Yukarı çıkıp otobüs firmasını arasam -çünkü aşağıda çekmiyor- bi daha inemeyeceğim ve otobüsü kaçıracağız. Kaldık mı ööle kenara biriktirilmiş insan yığınıyla birlikte. Derken ilk gelen ankaraya doluştuk hepimiz -bizden sonra yolcu girişi de yasaklandı zaten-. Dedik ki bu bize bi şans, yetişeceğiz kesin. Ankaray gün yüzüne çıkar çıkmaz aradık bi yandan koşuyor bi yandan telefon ediyoruz firmaya. Dediler ki bikaç dakka bekleriz sizin için. Haydi bu sefer de emanete bıraktığımız koca bavulu almada sıra. Yanlış yerden girmişiz o telaşla da yönü tam tayin edemedik derken bulduk emanetçiyi ama boşa. Tüm bu koşturma, çaba boşa; nitekim kaldık yaya bir sonraki ve SON otobüse..))) Neyse sağ salim ulaşmış yerine ama şansa bakın ki gürültülü bir yolculukla birlikte. "Boş vermeli; strese girdik, koşturduk vs ama ne çok şey sıkıştırdık ve bi anı daha depoladık kendimize ona bakmalı.. di mi ama? ..))) "

Ertesi gün evet, haliyle yorgunluğun pestilliğiyle tatlı tatlı bi uyku ve uyanışla başladı. Yarı baş ağrısı ama hayli sakin bir gün başı ile. Derken... (devamı alttaki yazıda)

ateş düştğü yeri yakar

Derken... bi telefon geldi. Ankara'dan bi arkadaşım: "Ya Gümüşhane-Zigana'da bi grup dağcı üstüne çığ düşmüş" diye. Önce şaşırdım iyi de bu heyecan niye. Sonra devam etti arkadaş "Ya hani senin de katıldığın bi Tarbzon dağcılık kulübü vardı ya, onlar da ordalarmış galiba"... Ben hala anlamamak ve kabullenmemek de ısrarlı "Haaa evet normaldir ya. Ordaki arkadaşlardan bazısı AKUT üyesi, kurtarma içindir. Dur bi arıyim" falan demekteyim. Sonra aradım hemen arkadaşlardan ikisini "yok ses! ses yok!" Derken jeton düşmeye başladı, hemen Rabiş'i aradım dağcılık kulübündeki arkadaşın kardeşini. Titrek açılan telefon sesinden sonra kan beynime sıçradı. İnternete girmiyorum, o da giremiyomuş, hiç bi bilgisi de yokmuş bu haftaki gezi nereye imiş, abisi nerde? Hemen başladı arkadaşlar arası yoğun bi telefon trafiği. CNN Türk'ü aç dediler. Açtım ve açmamla tepemden aşağı kaynar suların dökülmesi bi oldu, bizim Köksal'ın arkadaşı televizyonculara bilgi veriyordu; hadi tipte yanılsam isimde de yanılamazdım ya. Evdeki İnternet bi türlü açılmıyor; açılmıyor ki göreyim kulübün haftalık gezi listesini. Üstelik bu da çözüm değil ki, bazen günlük yürüyüş planı dışında kamp grubu da kurarlardı kendi aralarında... kafayı yememek işten bile değil... Merak, telefon trafiği, sızı, sancı, göz yaşı, teselli, teskin, kulaklar radar, umut, dua, ... ile geçen tam 25 dakika. Deyin ki çok mu? ÇOOOKKKK !... sanırım ömrümden saatler gitti.
Sonradan anlaşıldı ki Trabzon Tenis ve Dağcılık Kulübü üyeleri imiş; yani bizim arkadaşların TRADOST'u değil. Ama neye yarar ki, can gitti ve bir sabah kalkıldı onlar ve onlara bağlı herkesin yaşamında bi şeyler eksildi... Bu olay inanılmaz dokundu içime. Hani kim olsa ne zaman olsa üzüntü yaratır insanda; ama gerçekten de ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKIYOR... çok üzüldüm. Zamanında -az da olsa- beraber yürüyüş yapıp kampa katıldığımız kulüpteki arkadaşlardan olsa daha çok canım yanacaktı; hele arkadaşın abisi olsa temelli. Sonra bizler de kar kışta tırmanmıştık bi kere Kaçkar eteklerinde, bizim de başımıza gelmiş olabilirdi fikri titretti içimi. Sanırım bütün bunlar birleşince olayın bendeki yansıması / tesiri çok daha belirgin oldu.
Ne denir ki, allah geride kalanlarına sabırlar versin.
Ve Köksal alacağın olsun var ya, yüreğimizi ağzımıza getirdin!... Şükür ki iyisin / iyisiniz.

Ve Tatil...

Efenim selamlar.Tatil de tatil dedik ve şükür ki erdik sonunda. Yol yorgunluğu hala bi parça üstümde duruyo; hava değişiminin getirdiği yarı baş ağrısı burun tıkanıklığı falan. Ama keyfim yerinde direngen bi portre çizip atıyorum kendimi ankara sokaklarına. Burayı solumak güzel..)

18 Ocak 2009 Pazar

Mevlânâ'nın yüreğinden süzülen dizeler

Bu aralar -okuduğum kitabın da etkisi ile (Ahmet Ümit'in 'Bâb-ı Esrâr') - Mevlana'nın şiirlerine merak salmış durumdayım. Mevlânâ'nın şiirlerini toplu halde bir kiaptan okurken bunca etkilenmemiş, bunca anlamlandırmamıştım. Şimdi yerli yerinde gedikçe fark etmeyip atladığım nice şiiri olduğunu görüyorum. Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî'nin, hocası Şems-i Tebrizî'ye olan bağlılığı ve sevgisi herkesçe bilinen bir durumdur.
Mevlânâ, Şems'le tanıştıktan* sonra dışarıya daha az açılır olmuş; kendini dinî yoğunlukla odaya kapanmaya, Şems'le uzun sohbetlere vermiştir. Buı esnada halk, Mevlânâ'nın çevresine ilgisinin azalmasından, Şems-i Tebrizî'yi sorumlu tutmuş ve Şems'i dışlamışlardır. Bunun üzerine Şems-i Tebrizî, hem ölümden hem de çok sevdiği Mevlânâ'yı zor durumdan kurtarmak için bir gün sessiz sedasız terk etmiştir Konya ilini, 1.5 yıldır an be an birlikte vakit geçirdikleri dostu Mevlânâ'yı. Bunun üzerine şaşkına dönüp daha beter kendi içine kapanan Mevlânâ, onun ardından nice güzel şiir söylemiştir. Şems'in gitmesinin daha Pîr'lerini daha beter ettiğini gören müritler ve halk özür dilemiş Mevlânâdan ama nafile dönmemiş Şems. Bir gün, Şems'in Şam'da olduğunu haber alan Mevlânâ, hemen oğlunu yollamış özre, ricaya. Krmamış gelmiş Şems-i Tebrizî. Karşılıklı nice güzel şiirler söylemişler, aşkın kıymetine, Tanrı'nın özüre ermeye ilişkin. Bu aradada yanlış. İşte bu ayrılık ve kavuşma şiirlerinden birkaç parça:

"Sana dilsiz, dudaksız sözler söyleyeceğim
Bütün kulakladan gizli sırlardan bahsedeceğim
Bu sözleri sana, herkesin içinde söyleyeceğim
ama senden başka kimse duymayacak
Kimse anlamayacak"

"Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün yeni bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım."

"Şemsim(güneşim), ayım geldi
Gözüm, kulağım geldi
Gümüş bedenlim geldi
Altın madenim geldi
Başımın sarhoşluğu geldi
Yolumu vuran geldi
Tövbemi bozan geldi
Gözmün nuru geldi
Başka ne dilediysem
İşte o dilediğim geldi..."

*Tanıştıkları yere 'Merec-el Bahreyn' denir ki, bu tabir, iki denizin buluştuğu yer anlamında kulanılır. Nitekim bu ibare, Kuran'da geçen 'Yaradan acı ile tatlı sulu iki denizi buluşturdu' ifadesinden yola çıkılarak üretilmiş ve yöre ile tasavvufî yaklaşımlarca Mevlânâ ile Şems-i Tebrizî'ye de yakıştırılmıştır.

deyime de bakın..)

Dün bi arkadaımla konuşurken ayak üzeri bi telaşla "arkadaş bekliyo, alışverilşe gidicez. Sıçan düşse kafası yarılır dolapta.." demez mi, beni aldı bi gülme..)) "tamtakır kuru bakır"dan çok daha eğlenceli bi deyim valla. Ben de kullanıcam bundan sonra. Sizle de paylaşayım istedim. Güzel yaşayasın İsa ne diyim ..))))

17 Ocak 2009 Cumartesi

Ağaçlarıyla Batum

Batum'un son turuna geldim sonunda. Elden geldiğince konu sınırlandırması ve gruplamasına giderek aktarmaya özen gösterdim; zihinde bi şekil oluşsun diye -hoş kaç kişi okuyo ya da okur bilmiyorum ama; meraklısına hayrı dokunsun en azından-. Diyeceksiniz ki bunca anlattın, çok mu hayran kaldın, muhteşem miydi? Aslına bakarsanız muhteşem falan değildi. Yılbaşı olmasının bu kente kattığı çok güzzel bir görüntü vardı. Onun dışında bambaşka bi kültür ve yaşam görmek, bunu kayıtmak benim hoşuma gitiği için heyecan ve mutluluk duydum. Yoksa genele bakınca fakir bi şehir, yaz mevsimi değilken pek az insanın ilgisini çekebilir.
Sözün özü gezmek güzel, ama, orada yaşamak istemem.
Son turu gene doğanın kendisine bırakmayı tercih ettim: Ağaçlar. Özellikle ağaçları seçimin nedeni ise, adamların girişten başlayarak her bi alana ağaç eklemiş olmalarından. Üstelik tek tip değil, çeşit çeşit.
Şehrin girişinde, vakt-i zamanında Stalin'in Danimarka'dan özel getirttiği ağaçla karşılıyor sizi -ki çamın değişik bir türü olan bu ağaç hemen solda gördüğünüz tek çam ağacı modelinde. İŞte bundan dizi dizi hayal edin-. Şehrin içinde de yer yer karşılaşıyorsunuz onlarla. Sonrasında başka çam türleri ve palmiyeler aşlıyor dizi dizi. Manolya denilen çiçeğin diken yapraklı ağaçları sahil şeridi boyunca takip ediyorsizi (kış rüzgarından korumak için bağlamışlardı). Ağaç çeşitlilikleri bitmiyor, arada meydanın hemen yakınındaki parkta bambu ağaç topluluğu ile karşılaşıveriyorsunuz -oralarda çok yetişen bir ağaç türü imiş-. Adamların hemen her kafe vb sinde bambu eşya ve koltuk takımlarıyla karşılaşıyorsunuz.
Bi yer bunca soğuk ama aynı zamanda bunca da yeşilllikli ve BAMBULU olsun! ilginç!
Ooohooo daha arasanız daha nice ayrıntı yakalarsınız belki ama benden bu kadar demek ve artık blogumda yeni konularla haşır neşir olmak istiyorum.

Dilerim seyahat merakı olan herkesin -en azından Gürcistan'a gitmek planı olanların işine yarar / yaramıştır yazdıklarım.. ve kendim için de dilerim ki, daha nice başka dünyalar görüp oraladan da seslenmek şansını yakalarım...

16 Ocak 2009 Cuma

suyun müzikle dansı

Evet efenimm, suyun dansı... Tahmin edebileceğiniz gibi havuz fısiyelerinin müziğe uyumlu hareketlerinden doğan muhteşem gösteriden bahsediyorum. Batum Batum bayılmayın, artık sona yaklaştık..
Emin olun ki bu fıskieli gösterinin aslını görmek bambaşka bi şey. Huzurlu ve ferahlamış bir güçle doluyor içiniz; dinginleşmek için...

Batum'da Gece

Efenim gece Batum'da biraz daha başka idi gerçekten. Coşkulu bi büyük kentten ziyade uykuya çekilmiş bi ıssızlıkta idi sokaklar. Yılbaşı haftası olması hasebiyle bembeyaz karla birlikte göz dolduran ışıltılı meydanlardan geçtik. Onlarda yılbaş12 gün falan sürüyor ne de olsa, bizimle başlayı1 hafta 10 gün devam eden bir seramoni, ki bununla da bitmiyor, Gürcülerin asıl yılbaşı 13 Ocak'ta kutlandığı için geleneksel ritüell vb o zamana saklanıyormuş. Ama 13 gün boyunca sabit uran bir şey var ki, o da, -her yıl süslenen- 25 metre boyundaki böyyyük yılbaşı ağacı..) Zaten her şey onu merakla başladı da kış vakti yollara düştük de vardık Batum'a..

Gündüz gayet de gri ve -bi o kadar da- anlamlı gelmeyen mekânlar, ışıklı bi gece ile birlence nasıl da büyüleyici bi hal alıyor, şaşıyor insan. Bina üzerlerindeki büstler, bina duvarları, heykeller...




13 Ocak 2009 Salı

Batum'da Parklar

Selamlar efenim, Batum seyahatimize devam ediyoruz bugün de. Bu kez konu alanımız "park"lar. Evet, orada parklar diyebileceğiniz kadar yaygın bi kültür var park konuda. Meydan, bulvardaazen bir otel dibinde parkla karşılaşıveriyorsunuz. Düzlük de çok ne de olsa. Fakir olmaya fakir bir ülke, vaın etkilerini silmeye çalışıyorlar işte. Ama ana alanlar şaşaa da şaşaa; eski Rus veya Fransız kültürünün krıntılarından kalma. Hal böyle olunca da eğlenmeyi ve içmeyi seven Batum halkı da fırsatı kaçırmamış estetik bi duyarlıkla devam ettirmişler park ve süs kültürünü. "Sabahı ayrı sabah, gecesi ayrı gece / tadı başka, rengi başka" Evet tam da grup Yeni Türkünün dediği gibi bi duygu, durum bu. Soldaki görntü Ankara'daki Kuğulu Park'ı andırdığı için midir nedir, pek yakın ve sevimli geldi mesela. Batum'un sahili onca geniş ve uçsuz bucaksız ki -yazını merak ediyorum hevesle..)- Sağ taraftaki uzayıp giden ağaçlı yol da bu sahilin ardındaki parktan alınma bir kare. Çok dikatli bakıldığın koccaman bir dönme dolabı da yakalayacaktır gözünüzü. E ahtim olsun, gene geleyim de Batum sana lunaparkının tadını da çıkarayım..) Efenim park havuzsuz olur mu, olmaz; onlarda da su unsuru önemli tabi -Ankara belediyesinin yapttırdığı gibi yerli yersiz olmamakla birlikte..)-
Bu arada anlamış olsa gereksiniz ki, heykel de onların yaşam ve mimarisinde önemli bi gereklilik halinde. Sadece bi parkın yanına iliştirdikleri işlevi olmayan küçüklü büyüklü heykelcikleri sık görmek mümkün Batum'da.
Aman ne de çok yazasım varmış tahminim dışında uzadı da gitti yazım. Haydi bakalım nereye varacak ucu sonu..)
Adamların eski hastane binalarının -ki şimdi de revirmiş- bahöesinin bile parktan farkı yok baksanıza. Sağda gördüğünüz görüntü ise limanın ilerisindeki parkımsı alandan alınma bi kare, dizi dizi bayraklarıyla birlikte.. yaa... İŞlerini biliyolar tabi, göze görünür hemen her alanı allmış pullamışlar kültürlerince..

Efenim şimdi bi de parkların gecesine gelelim bu memleketin.. diycektim ki baktım bunaltacak sündü bu yazı. Ben en iyisi başka sefere saklayayım bu, gece mevzuunu ;)

8 Ocak 2009 Perşembe

Batum'da kiliseler

10 civarı manastırın birkaç da kilisenin bulunduğu memleket Batum'da, bir katolik bir de ortodoks kilisesi gezme şansı yakaladık. Hazır dışarılar soğuk iken iç mekânları tamamlamış olmak derdinde çok seri çalıştık diyebilirim ..))) Normalde katolikler çok daha katı kuralcı ve görüntüye de önem verir iken -yani ben ööle biliyorum, yurt dışı görmüş bi iki arkadaştan da dinlediğim kadarıyla- bizim gördüğümüz ortodoks kilisesi çok daha etkileyici karşıladı bizi; içi ve dışıyla muhteşemdi diyebilirim. Mistik havayı yakalayabilmek çok hoş, başka bi din başka topraklarda da olsa... Hatta ortadoks bi papazın insanları kapalı bi odaya değil özel bi köşede özel ıyafetinin parçası pelerini altına alarak günah çıkarttığı ana bile şahit olduk. Fotoladım ama onların özeline kabalık olmasın diye uzaktan çekme özeni esnasında hayli karanlık çıkmış oldukları için bu fotoları paylaşamıyorum sizlerle. Şu sıra sıa kapılı gördüğünüz yer papaz gibi üst rütbeli din adamlarının ayin / ibadet yaptıkları gizli bölme. Çıkıp önündeki küçük alanda aaz verip vaftiz ediyorlarmış.

Onun sol tarafındaki özel odaya ise sadece katolik olan hıristiyan bekarlar girebiliyorlarmış.Katolik olmadığımız için o bölüm açılmadı; ancak kilise görevlisinin anlattığı kadarıyla -ki adam Türkçe biliyodu- bu odada koca bir kase varmış ayaklı. Bu kase içinde vaftiz suyu niteliğide bir su bulunmakta imiş. içeri girmek isteyen erkek veya bayan öncelikle şu gördüğünüz çörek tipli ekmeklerden alıp bir kağda adını ve dileğini yazıp masa üzerine bırakıyormuş. Ardından görevli sırayla bu ekmekleri bu gizli odaya götürüp sonra da papazın isteğyle sırasıyla isim okuyup içeri alıyormuş. Kişinin içeri girmesinin ardından kişi bir miktar şarabı o kasedeki suya karıtırıp kaseye ekmeğinden sembolik bi parça batırarak yiyip çıkıyormuş. Böylece dileği kutsanmış ve tanrıya iletilmiş oluyormuş. Ne ilginç di mi. Oysa dilek dilemek için aracıya ne gerek. Yine de öyle gizil bi seramoni içinde dilek dilemeye yoğunlaşmak daha kolaylaşıyor olsa gerek...
Solda gördüğünüz kilise ise bir katolik kilisesi. Ondan sonra pek bi soğuk görünümdü gözümüze mimarsiyle de içiyle de. Girdiğimiz yer küçük bi şapel ya da din okulu havasında idi. Nitekim iç ve alt odaları gezdiğimizde sandalye ve tahtalarla bezenmiş bitakım çalışma odaları olduğunu gördük. Hatta bu odaların bazılarında öğncilerin gitar vb malzemeleri de vardı. Hımmm dedim akıllı politika..
Bu arada katolik kilisesinde heykelcik ve kabartma rölyeflerin çokluğu dikkatimi çekti ki bi iki de ondan örnek vereyim istiyorum sağlı sollu..) Gördüğünüz ayak, Meryem Ana'nın heykelinden bi kesit. Saflığı e tazeliği vurgulamak için olsa gerek duru bi yüz, bedenin kimi yerlerine minik çiçekler yerleştirmek ayrıntısını atlamamış adamlar...
Sağda gördüğünüz ise ya İsa'nın kurtarıldığı anı ya da haçtan indirildiği anı temsil ediyor olmalı. Olmalı diyorum çünkü orada görevli kadın din öğretmeniymiş, çok terminolojik konuşmuş olmalı ki yanımızdaki abi Gürcüceyi bilmekle başa çıkamadı tam olarak..))

Batum'da bir müze

Bugün azmettim bu müzeyi aktarayım size; inat değil mi işte. İki gündür akşam üzeri giden elektriklerden midir nedir anlamadım, internetim de olumsuz etkileniyo bu durumdan sanıyorum. Hazır bana lütufkâr davranıyoken teknoloji, fırsatı kaçırmayayım dedim.


Efenim kaç gündür diyum ki Gürcistan da Gücistan. Doğru Gürcistan'dan görüntüler sunuyorum size; ama burası oranın güzel köşelerinden biri olan Bat'a dair. Dedim ki yeri gelmişken düzelteyim ki GÜRCİSTAN'I BURADAN İBARET SANMAYASINIZ. Daha Batum'un ilerisinde sahil şeridi boyunca başka kentler ve başkent Tiflis var. Umarım bir gn oraları da ziyaret edebilirim..)

Evet, şimdi gönül rahatlığıyla devam edebilirim. Buyrun bunlar da müzeden dış iç birkaç görüntü. Bi müze daha varmış ama biz onu denk düşüremedik. Kim bilir bi dahaki sefere diyelim artık.

7 Ocak 2009 Çarşamba

Gürcista'da okul ve müze(ler)

Efenim bugün de devam ediyoruz Gürcistan gezisine; ama bu kez okul, müze ve kil gibi tarihî ve toplumsal değer taşıyan birtakım mekânlarda gezdireceğim sizi. Gerçi her detayı aktarmam, yakalayabildiğim kadarıyla her kareyi sunmam mümkün değil ama yine de fikir verecek bikaç noktayı sunmanın iyi olacağını düşünüyorum.

Şu yanda gördüğünüz oda okullardaki sınıflardan biri, bakar mısınız kadar sıcacık ve ev gibi. Gelesi gelir insanın, ya bizimkiler? tıkış tepiş ve de soğuk... Bi de okul ve sınıf içindeki şu çerçeve de ilginç geldi; hani dinî duruşlarını bu kadar rahat ve her yerde seergilemenin sakıncasız olması durumu... Sanırım inanç ile siyasî druşu birbirine karıştırmamayı başarabilikleri için.
Onların andımız ve bayrakları var girişte; yazı şekilleri de pek sevimli estetik açıdan (ama iraf etmeliyim ki alfabelerinin görünüşü kadar estetik değil seslendirmeleri "ş,t,z,g" sesleri üzerine kulak tırmalayıcı).

Müzeye gelince, orada başka müzede varmış ama biz resim-sanat sergisini ziyat etmişiz ki daha bahçeden, girişte başlayan bi sanatsal bahçe duruşu vardı binanın; içi ayrı..) 1950'lerden 2002'ye kadar bi dolu tablo ve mini heykel. Bence görülmeye değer.
Müzeye dair -havuzu heykelli soldakinden gayrı- bikaç foto daha verecektim ama bahçeden gayrısını yayınlamakta bugün başarılı olamadım. İnternete halar mı yoğun nedir bi yavaş i sormayın, üstelik işlemler de yarı yolda kalıyo.. derken pes ettim. Artık başka sefere..)

6 Ocak 2009 Salı

Gürcistan'da binalar, mimarî

Evet Gürcistan serimize devam ediyoruz. Bugünkü bölümümiz ise Gürcistan'ın yapıları, mimarîsi üzerine kurulu olacak becerebildiğmce... Efenim memleket Rus topraklarında, onun kültürüyle bezeli olduğu için normal olarak yapılar köşeli ve dikdörtgenler üzerine kuruluydu, yollar boyunca. Hele bulvar boyu ve meydanda tarihî dokuyu hâlâ koruyan yerleşim beni etkiledi hakkaten. Yer yer Fransızvarî ipuçları da veriyordu bazıları, ki o vakit insan tarihin hangi noktasında kimin topraklarında seçemiyordu. Bu da işin daha hoş yanı idi tabi, ne de olsa beynen uzaklaşmak mekânın durmadan kimlik değiştirmesiyle daha büyülü bir hal alıyordu..) Okullarından tutun da- sokaklarına kadar hemen her yer bu köşeli yapılarla bezeli idi. işin şaşırtıcı yanı kuytularda bile denk geldiğiniz bu benzeri binalarda donlar, pantolanlar asılı olması idi..)))) Bu tuhaf görüntünün estetikten uzak, tarihi eskiden bugüne taşıyan lakaydisi beni şaşırtmadı, iğrit etmedi desem yalan olur. Köşe köşe gezerseniz gündüz ve akşam sizi büyüleyen görüntülerin altından neler çıkıyor, şehrin fakirliği nasıl da yüzüne çarpıyor insanın. Yine de bu kuytu görüntüler de bütünün parçaları olduğu için depoladım zihnime.

Evler, özellikle de eskiden kalma olanlar aynı ve geniş bir hole / avluya açılan bir dürü dairen olulşmakta ki, kat kat dolana dolana apart otel havasında, pansiyonvari bir yapılanıştalar. Eskiden kalma bi alan tasarrufu tabi, şimdiki binalar daha çok artman biçimindeler, sayıları henüz az olsa da. Soldaki arabalı donlu görüntüler de nzeri bi yapıdan alınma zaten. Benzer bi yapıya çocukken yaşadığımız Bandırma'da DSİ'nin lojmanlarında da rastlamıştım, gezerken birden anılarım canladı oralada. Gerçi Bandırma ve Rusya??? Başka örneği de yoktu Bandırma'da oysa...

Resmî kurumlar da tarihin içine yerleştirilmiş adeta. Yanda gördüğünüz şu yapı hastane binası imiş mesela.. Bu da başka bi yapının arkada kalmış köhne yanı o ayrı..

Okullardan biçoğu da aynı tarihle içiçelik durumunda huzula yaşayıp gidiyola. Cumartesi iken ve Gürcistan'da ara tatil yanıyor iken şans bu ya tesadüfen ilköğretim kurumlarından en merkezi olanına okulun müdiresinin okulu kontrolü esnasında denk gelince bi de okul çıkardık aradan. Gezdirdiler her bir köşeyi, tuvaletine kadar. Türk usülü kahveler, çikolatalar, güler yüz... uzun lafın kısası çok misafirperverane ağırladılar. Sonra ordan müze, kilise adreslerini de alıp yerlerini belledik bi iyice; yani rehberimiz sağ olsun..) Okul ve müze fotoları da başka sefere artık..
Oooo daha gecesi var, parkı, sahili... ..)))

5 Ocak 2009 Pazartesi

Gürcistan ve içki kültürü

Efenim, nöbetti haydı huydu derken yorucu bir günün ardından sobada patataes partisine davet edilmek, bu kış soğuğunda pek bi iyi geldi. Kendime gelmiş iken de Gürcistan serime bi ek daha yapayım dedim.


Oranın birincil özelliklerinden biri içki içme kültürünün yaygınlığı. Her an her yerde, her lokantada istediğiniz içkiyi içebiliyorsunuz. Hemen biçok yerde bar vb. görme ihtimaliniz yüksek olmak birlikte 2 büyük casino da mevcut; hani meraklı olana..) Yerden bitme diye buna derler sanırım; hiçbi kareyi de boşa harcamamışlar bu konuda.Baksanıza ev borumlarını bile değerlendirmişler içki içme makanları olarak; hoş onlarda nerde içsek diye bi kapalı alan kaygısı yokama olsun işte..)) Büyük casinonun fotosunu ise çekmemişim, napalım artık. E onca dar zamanda oraya girmeye de vakit kalmadı, denemesi bir dahki sefere artık..

İçki satan dükkanlar pek bi renkli ve güzeldi ama hakkını yemeyeceğim. Baksanıza içki içmek bi tarafa şu şişelere bi bakın:



Kafkas kültürünün izleri bunca güzel yerleştirilir şişe üzerine..) Bilmem minyatür kültürü onlarda var mı idi -sanmıyorum ama- şişenin üzerindeki motife baksanıza..


Bu gördüğünüz matara içindeki içki ise "çaça". Votkadan daha sert ve içimi bir kurala bağlı imiş, yoksa votkadan da beter çarrmş da ağlatırmış adamı yaka yaka. Kuralı kaidesi şu imiş efenim, bir yudum aldıktan sonra asla ağzınızı açmayacak, midenize ene kadar nefes bile almayacaksınız. Böylece içinizi yakıp ruynın soğuğunda içinizi ısıtan bu iki baş, mide sancıı yaratmadan atlatırmışsz vartayı. i dahaki sefere de onu denemeli; hem dekoratif de bi duruşu var ne dersiniz..)))


Bu da oranın birası... Biraya pek meraklı değilimdir ama yine de bizim efes daha güzel. Bu biraz daha acı ve hafif.


Hani bööle bakıp anlatınca içkici bi portre çizdiğimin farkındayım ama alakası yok. Ben farklı lezzetleri denemek taraftarıyım. Hem orayı anlatırken es geçemeyeceğim kadar onlarla özdeşleşmiş bi gündem maddesi oluşturuyor içki ne de olsa..)