29 Nisan 2010 Perşembe

Yumurtaların sebeb-i hikmeti

Bu kez de sardırdım yumurta boyamaya.. Şöyle ki; geçenlerde komşumun bebek mevlüdü vardı -ki hayatımda ilk kez katılıyorum, ne götürülür, ne yapmalıdır bilmiyorum- Aradım sordum anneme, dedi ki "hediyeni verdiysen elin boş gidersin ama sana bebek göstermeye gelirlerse haşlanmış yumurta verirlerdi İç Anadolu'da." Ne alaka ise o da bilemedi ve kaldı mevzuu öölece. Sonracıma katıldım mevlüde, gayet sade idi. Hoca okudu, bebeğe üfledi -oğluşum da nasiplendi bu arada ..)- . Adamcağız yaşlı idi öyle yağlayıp ballayıp şaşaa veremedi; meğer bayan hocalar gelir ööle okurmuş. Anaa baktım ki ne âdetler varmış başka başka illerde, kulak kabarttım da muhabetlere. O sırada annemin "yumurta verirlerin"in sebeb-i hikmetini de çözdüm onlar konuşurlarken. Meğerse çocuk nurtopu gibi sağlıklı sıhhatli olsun diye sembolik olarak eve gelen bebeğe hediye verirmiş ev sahibi. Hakkaten baktım ki şeker sepetlerinde yumurtalar var..) Çok hoşuma gitti bu sembolik ifade ve dedim ki bi farklılık yaparak ben de haşlayıp boyayım yumurtaları -tıpkı üniversitenin bahar şenliklerinde yaptığımız gibi- hoşluk olsun. Öylece başladım işte boyama çalışmalarıma. Aslında amerikan bezi boyaları ile önce tabana renk vermek gerekti ama nerden bulcam burda, ben de aldım beyaz yumurtaları ispirtolu kalemle işledim üstünü kafama göre. Şimdilik ağırlar ama zamanla içi kuruyunca hafifleyecekler. Diyceksiniz ki e kırılırsa? Kırılabilir tabi, yumurta sonuçta kalıcılığı tartışılır..) Ama güle güle kullansın kullnanan, enerji versin renkli, boyalı yımırtalarım ..)

kimler gelmiş, hoş gelmiş..)

Dün, oğlumun Ayşecik ve İlmoş teyzesi geldiler bize, hoş geldiler..)
Gerçi üçümüzde de bi halsizlik halleri, yorgunluk emareleri vardı ama neyse ki alışkınız birbirimize de tatlı tatlı idi özlediğim muhabbet. Burnumun nefes alamayan kısık foşurtuları arasında..)
Tabi bu arada misafirlerine pasta yaptıran nadir insan olaraktan bir ilkimi gerçekleştirdim. Onlar gelmeden önce anacığımın poğaçasını yapmak için kardı idim hamuru. Olabildiince cıvık olmalıydı hamur ama abartmışım tabi... dersiniz ki lokma hamuru. Baktım olmıcak, onlar da beklenenden erken gelince önce beraberce kaşıkla tepsiye bıraktık. Artanı da yuvarlak bi tepsiye döküp -ki sanki kaç kişiye yapıyosam bi boluk hamurda..)- verdik fırına. Böylece ilk ekmeğimi yapmış oldum ve dedim ki "tamam artık ekmek de yapabiliyorum anne olabilirim..)" Yok canım tabii ki başka şeylerimi hazırlamıştım, o kadar da değil. Bi poğaçaya güvenmedim. Hoş iyi ki de güvenmemişim; çünkü annemin pufidik poğaçaları yerine sümsük gibi yayımış birbiriyle kavuşmuş küçük ekmek parçaları oldu her biri..) Ekmekse süperdi. Derken yedik, içtik, -tabiri caizdir- şiştik ve kahve keyfi ardından haydi bu sefer de giriştik "kaya kurabiyesi" yapımına. Daha doğrusu Ayşecik'le ben yamaklık yaptık, İlmoşum hazırlayıverdi 10 dakkaya. MİS MİS, ellerine sağlık..)))))

bu aralar..

Selamlar efenim..)) şöyle bi baktım da yazdıklarımın çoğu, sn zamanlarda yemek, hamilelik, insanlık hali gibi çok daha kızsal mevzuular. Az bir şaşırmacadan sonra dedim ki "e normal, n'apalım östorojen yüklemesindendir..)))"
ÖÖle eskisi gibi yoğun geçen sosyal faaliyuetler, geziler, dinamiklerimi zorlayıcı yeniliklere falan biraz mola vermiş durumdayım. Demeyin ki nerde o hareketli haller, erkeksi duruş?.. Uyuz böcüğü gibi ööle hantallaşmış değilim; ama oğluşum için bi süre bööle..)

27 Nisan 2010 Salı

"Közlenmiş, fırında sebze sarması" diyelim

Haydi bakalım yine bi yemek tarifi, uyduruklarımdan..)
diyelim elinizde patlıcan, kırmızı biber gibi artık maddeler var; hani tek başlarına yemek oamayacak miktarda. Diyelim -ben gbi- türlüyü sevmeyenlerdensiniz siz de.O zaman közlenerek fırınlayabileceğiniz basit bir yemek tarifi geliyor şimdi:

Efenim öncelikle patlıcan, kırmızı biber ve yeşil biberlerinizi közleyiniz. -Şayet basit çapta ocak üzeri bir közmatik aletiniz varsa o daha süper kokulu kokulu olur..)- Ardından kabuklarını soyup ikiye ayırın uzunlamasına. İçlerini ezerek düz, sarmalık bir zemin oluşturabilirsiniz sebzelerinizden. Tamam mı, şimdi diğer adıma geçelim. Uzunlamasına ve ince ince doğranmış kaşarları hazırlayın. Şimdi patlıcan alta, onun üzerine kırmızı ve yeşil biberleri de serin ortasına da kaşarları koyup sarınız. Sardığınız her parçayı kürdanla sağlamlayıp şişleyiniz. sONRA sarımsaklı (ince doğranışı daha lezzetli), salçalı, kekikli, yağlı sos hazırlayıp tepsiye dizdiğiniz sarmalarınızın dibini kaplayacak şekilde döünüz ve veriniz fırına. dERECE DE DAKKA DA SİZE KALMIŞ MALUM ZATEN PİŞMİŞ YA SEBZELER..)
Yanına garnitür olarak ıspanak beğendi yapabilirsiniz. Bildiğiniz tereyağlı, sütlü, kaşarlı falanyapılan patcan beğendinin ıspanaklısı..)
Farklı bi şeyler denemek, eldekini değerlendirmek isteyene "Afiyet Olsun!" diyeyim, ne diyeyim.
not: isim için başka bi önerisi olan varsa feyizlenebilim..)

24 Nisan 2010 Cumartesi

hamileliğe yiğitlik olmuyo(muş) !..

Efenim, bu hamilelik ne menem bi şeyse bi iniyo bi çıkıyo duygularınız..) Bi coşkulardasınız,enerji oranınızla; bi içe kapanık hüzünlü edalarda, keyif almaz. İçinizdeki varlığını her hissedişinizde kendinizi -tekmeler içinde hem de- mutlu hissetmeniz bile bu indi ve çıktıyı dengeleyemiyor. DİYORLARDI Kİ "AMAN HANİ AĞLAR, MOALİN ÇOK BOZUK FAlaN OLURSA OLAĞAN, SEN HİÇ BOZMA MORALİNİ". bEN DE hımmm deyip "hı hı"layıp devam ediyordum yolumda. Olağan kimi yaşamsal can sıkıntıları dışında yer yer çabuk sinirlendiğim oluyordu ama ööle şiddetli ağlama nöbetleri imiş, birden içe kapanışlarmış falan yaşamadığım için kendimce artisleniyodum içten içe "afferin be sana demek ki bünyeye göre değişiyo. Koçum benim. Zırlamalar falan olmadan atlatıcaz demek ki" diyerekten havalara da giriyodum üstelik.
Sen misin artislenen!.. Geçenlerde buluttan nem kapan oranımda ani bi yükselme oldu, derken alakasız yere bi içe kapanma -yürüyüş mürüyüş de kâr etmedi- derken HÖNKÜR HÖNKÜR bi ağlama nöbeti ki sormayın. Konuşmak monuşmak hak getire, bardaktan boşanırcasına akşama kadar aralıklarla bi ağlama tuttu beni şaşarsınız. Ben şaşırdım yani... Ama öyle bi itki idi ki bu, boğazım ve midemdeki düğümün açılması için ağlamak da ağlamak şeklinde; kendi kendine akar pozisyonda, siz bir gayret sarf etmeden... Saat dokuzda artık şişen gözüm ve sızlanan vücudumla bitap uyuyakalmışım. Daha doğru bi tabirle, artık dayanamayıp sızmışım.. O kadar da değil demeyin, valla o kadar..) Benim de zoruma gitti önce, hani bi güçlü ve ayakları üstünde durma saplantısı var ya insanoğlunda, yediremedim önce kendime.
Yok yok arkadaşlar, bu özel bi durum anladım; öööle güçlülükmüş, yiğitlikmiş falan işlemiyomuş..) Daha daha ne ağır geçirenleri varmış üstelik.. Şimdi de "hele bi de lohusalık evresi gelsin" diyo birileri. HAYDEEE diyorum ben de ve ardından "hele bi kavuşalım da oğluşumuza, yaşayıp görcez" diyerek tıkıyorum kulaklarımı. O evrenin çeşitlilik arz edeceğini düşünerek ve buna gerçekten inanarak rahatlatıyorum kendimi.
Bu arada okumayanınız varsa -konuyla bağlantılı- eLİF şAFAK'IN "Siyah Süt"ünü okumanızı öneririm. Hamilelere öcü gibi gösterilip "aman hamilesin okuma, moralini bozar" denilen kitapcağız gayet de gerçek ve gayet de eğlenceli bence..)

11 Nisan 2010 Pazar

Aman havalara dikkat!

Bu aralar havada grip mikrobu kol geziyor. Siz kendinize ne kadar ikkat etseniz de ucundan ıyından buluyor sizi, hele de kalabalık bir iş yerinde çalışıyorsanız.. Şekil a) ben. Geçen hafta salya sümük göz nezlesi - grip arası bi hallerdeydim ki sormayın. Ayakta atlatırım yahu diyerekten yiğitlik taslayıp direnen ben ateşler içinde, terlere boğularak geçirdiğim dört gecenin ardından anladım ki olmayacak... Sandım ki hiç geçmeyecek, onca gayrete yerimde sayıyordum; ilaç da kullanamıyorum, ıslak havlular, doğal bitki çayları, meyve, sık üst baş değişikliği, bir iki gün rapor derken zor attım kendimi hafta sonuna. sONRA ayaklandım ayaklanmasına ama ağız içi yaraları, diş eti kanamaları, burun dış kanaında pörtleyen uçukumsu kabarcıklı yaralar ve seste dıngıltı yadigar kaldı. Önemli mi? Hayır, geçti ya şükürler olsun. Hayır düşüsenize burun bi yandan, göz yaşarması bi yandan, sık tuvaletim gelir, kalkarım zaten uyuymam bi yandan... Asıl işin ilginci; onca sürüne, gözüm burnum aka aka işe gidip geldim anlamadı millet de, tam da geçme evresine girince "A hasta mı oldun!.. tüh, çok geçmiş olsun!" seremonisine başladı..) ne denir, gülünmür, güldüm ben de..)
Neyse efenim uzun lafın kısası, havada dolanan mikroba dikkat arkadaşlar. Ben gibi olan kaç kişi saptadım son günlerde. Size de saplanıvermesin, saldırın meyveye..)))
sevgilerimle...

Yesem yesem, ne yesem ?!..

Yesem de yesem -ne yesem- modundayım şu sıralar. Ben ki kızartma çok tüketmeyen bir insanıdır. Biraz zararlı diye, -itiraf etmeliyim ki- daha çok da kızartmanın ortalığı rezil eden, yağa bulayan bulaşığını sevmediğimden. Yoksa bayılırım; ıh ıhımmmm.. Ama kararttım bugün gözümü, kirmiş, zararmış sallamaz bir eile ne kadar kzartılabilir şey varsa elimde kattım hepsini yağa -havuç, kabak, (acılısı-çarlistonu) biber, patates, sosis-. üSTÜNE de sarımsaklı domatesli sos ile sarımsaklı yoğurt sosu. Efenim koca iki kayık tabağı dollduracak kadar bir açgözlülükle... oh oh oh diyerekten yumuldum, tabiri caizdir. Çabuk şiştim ama hayli yol aldım sofrada -kocamdan fırsat kaldığınca..) - Kokarım diye pastırma yemeyen -sayılı zamanlarda tüketen- ben, dış çemeniyle falan ayırmadan kızartılmışını çiğini ekmeğin içine yatrıp yedim yutum geçenlerde de. Bi de helvaya sardırmışım ki bu aralar sormayın... Gece ya da sabaha doğru bir karın kazıntısı ile uyanıyorum bazen de, acıkmış bir halde, su falan teskin etmiyor. Başucumda her daim hazır bekleyen süte sarılıyorum hemen. O da olMADı ise, BAZEN mutfak yolu görünüyor mecburen gecenin ilerleyen saatlerinde... vb vb... "Oğluşum oğluşum sen nelere kâdirsin..)))))" deyip haklı bir sebep / bahane bulmanın rahatlığıyla ilerliyorum bakalım.

Ali Dede'ye dair bir iki cümle daha ..)

Selamlarla başlayalım öncelikle. Sonra hemen sevgili arkadaşım Raişim'in bir ricasını sıkıştırıvereyim araya. Konu Ali Dede ile ilgili. Bi önceki yazımda aniden elen kalp krizinden bahsetmiştim ya oraya ekbir bilgi geldi ekleyeyim diye:
Bizim Ali Dede, 40. okeyini dönerken geçiriyo krizi -Hiç de o detaya girmedi tabi kendi- . Derken 1 değil, tam dört hastaneye sevk edile edile varıyor Trabzon'a. Önce Hopa'ya, oradan Borçka'ya, olmuyor oralardan da önce Rize'ye ardından da Trabzon Devlet Hastanesi'ne naklediliyor. Bunca badireden sonra bizim Ali dedenin aklı hâlâ Kemalpaşa'da, o ayrı; ahbaplarına, bahçeli evine kavuşmanın peşinde-hem de soba yakma yorgunluğuna rağmen- ..)))))) Gelsin de bir an önce görelim biz de delikanlı dedemi ..)

6 Nisan 2010 Salı

Vay Ali Dedem!..

eFENİM geçenlerde Ali Dede'nin (ki bizim meşhur demizdir kendisi, Rabişin dedesi) kalp krizi geçirdiğini öğrendim, çok şaşırdım ve endişelendim. Endişelendim, çünkü geçen yıl anjiyo olmuştu. Şaşırdım, çünkü Yaşama sevinci dolu bu dedem nasıl olur da hasta olur, üstelik de kış boyu hep olmak isteyip de havaların düzelmesi ile torunu Rabişi de önüne tutak yapıp sevdiği yerde -Kemalpaşa'sında- iken... İlk fırsatta aradım tabi, nasılmış diye gerekli bilgiyi aldıktan rahatladım iyiyiymiş şimdi ama dikkat etmiyormuş kendine. tABİ KENDİSİ inkar edip çok dikkatli davrandığını iddia etse de.. Böyle diyorum çünkü der de kabul etmez hiç yaptığını..)
Diyaloğun bir bölümünü hemen hemen olduğu gibi aktaarıyorum, siz karar verin:

-Ali dedem naptın sen, sen gibi delikanlı adam hasta olur mu?
-yaaa hoca hanım, ben de anlamadım, şekerim düşmüş taa dokuzlara..
ara ara sık sık yiyeceksin dedem
-yok ööle çok bi şey yemiyorum zaten (oysa gayet oturdu mu yiyor sık az değil)
-ama o zaman strese mi girdin, üzüldün mü noldu son günlerde
-yok strese de girmedim, doktor da dedi ama yok yok.. Sadece o gün kahvede okey oynuyoduk, sonra elime iki joker gelmez mi!.. haydi ben dönüyorum, açamadım bi türlü..
-Ali dedem bööle şeye sıkılır mı can?
-hayır bi de seyirciler de var bu kez, olmaz ki ben sıkıntılandım iyice.. sonra iki döndüm derken başkası açmaz mı, ben bi terledim sıkıntı bastı anladım hemen devrettim bizim Lütfü'ye.. ama sıkıştı kalbim.

Tabi ben gerekli olan kısmı kesip aldım muhabbetten, yoksa daha neler neler dillendirmedi ki Ali dedem. Tabi bi de onun dilinden, beden dili ve ses toundan dinleyeceksiniz ki tadı tam olsun anlattığımın..)

çok geçmiş olsun bi daha ve bi daha..)))

2 Nisan 2010 Cuma

bebişimin ilk arabası ..)


Bebeğim ilk arabasına kavuştu bile. Şimdilik oyuncağıyla idare edecek ama öğrencimin dileği ile "işallah büyüyünce oğluşunuzun da bi arabası olur" .

Evet, öğrencim üşenmemiş üç aylık bi çalışmanın ürünü olarak kendi elleriyle tahtadan oyup yontarak boyamış bi de güzel. Ne sevindim, ne duygulandım bilemezsiniz (zaten bu aralar vara yoğa bulutlanıyo gözlerim)...

Ne de olsa oğluşumun ilk oyuncağı bu ..)