20 Aralık 2007 Perşembe

NiCe MuTLu KuRBaNLaRa !!!


Eee miting onların da hakkı ..))) Bu da bi yorum tabi...



(sıçanımın katkılarıyla)

8 Aralık 2007 Cumartesi

Eternal Flame

BuGüNLeRdE Dilime Dolandı

Minik Kuşum'la birlikte -önce playback sonra da biz bize- söylemelere doyamadık bu şarkıyı. Söylerken de kendimize armağan ettik ve verdiği enerjiden ötürüdür ki, bulaşık yıkama şarkımız ve bunalıma girme ihtimali olunca da birlikte yüksek sesle çığırarak kurtarıcımız ilan ettik onu. Hani işe de yaradı yani..)))

Minik Kuş mu? Yok canım kuş değil tabii ki, o benim biriciklerimden biri...

Piyanist Gülsin Onay

Ellerdeki hız ve hakimiyet seyre değer!


Ey yetenek! Sen ne muhteşem şeysin ki, insanların içinden eninde sonunda fışkırıp yerini buluyorsun!!!

1989'dan bu yana verilmekte olan 2007 yılı Vakıf Onur Ödülü Altın Madalyası’nı “icracı olarak ülkemizi yurtiçinde ve dışında başarı ile temsil edip tanıtan, yabancı orkestralarla Türk bestecilerinin piyano eserlerini başarı ile yorumlayan, gençliğe dönük eğitim çalışmalarıyla yeni nesile birikimlerini aktaran” devlet sanatçısı olarak kazanmış Gülsin Onay.

Sanatçılardaki, en çok da müzisyenlerdeki ânı veren o coşkuya, üretirken ya da çalarkenki o kendinden geçişe, trans hallerine şahit olmak etkiliyor beni. Yoğunlaşmalarındaki şekli aşan özgürlükleri... Elleri ne kadar da kolay gösteriyor yapılanı, tuşlar onun emrine âmâde.

6 Aralık 2007 Perşembe

Neden Blog Oluşturur ki İnSaN?

Blog yazma ya da blog sayfaları oluşturma modası başlayalı çok oldu. İnternet öyle hızlı bi devinimle büyüyo ve değişiyo ki onu ölçü alarak çok diyorum; yoksa yıllardır süregelen bir gelenek değil sonuçta. Her neyse, ben de bu kervana katılayım diyeli çok olmadı; teknolojinin içinden gelen bir jenerasyondan değilim ne de olsa, biraz geriden takip ediyorum..))) Üstelik blog alayım derken ööle çok derinlikli fikirlerim ya da bi tarz, kitle oluşturmak derdim falan da olmadı, yok da. Biliyorum ki internet alemi bi derya deniz, kim kime dum duma. İçinde ben de olayım ne zararı var dedim. Konuşasım falan gelip de çatacak adam bulamazsam gelir kendi çöplüğümde öterim diye düşündüm. Öyle ya kime ne? Hem küçük çapta ve kişisel RTÜK’ümden geçmiş günlük gibi bi şey olacak sonuçta (Tabi vakit ayırabilirsem... Yoksa haftalık, aylık ya da anlık olacak **))). Nitekim ööle kendi halimde test yayınlarımla da başlayıverdim birkaç gün önce -Ha bire de yazı yazıyorum ama sayfama başka şeyler ekleme yollarına dair öğrenecek çok şeyim var daha-. Derdim beni bilenlere beni anlatmak değil tabii ki, ama onlarla zaman zaman neler yaptığımı ya da şu an, bugün hangi noktada durduğumu paylaşmak fırsatıdır bu. Tanımayanlara ise bu da benim dünyam deme fırsatı. Bu dünyaya denk ya da ters düşenler olacaktır; olsun…

Bunları neden mi anlatıyorum? Bilgisayarda kendini kanıtlamış, benim de ciddiye aldığım arkadaşlarımdan biri; “Bloglarla niye meşgul oluyosunuz? Adamların istediği bu! Yarın bir gün bütün bilgilerinizi satarsa Goggle, Microsoft vb n’apacaksınız? Ya da olmadık tipler dadanırsa?” deyince iyi niyetli duruşuma ve blog oluşturma hevesime zeval gelsin istemedim. Ve nezleli halimle (ki sinüzitim olduğu için zonklayan başımla) aldım klavyemi, ben gibi acemi hevesliler de zayi olmasın diye çala kalem bi şeyler karaladım. Sonuçta blog oluşturmak derdinde olan ya da blog takip eden kaç kişi niteliksiz kaygılar taşır ki. Herkes kendi sahasını oluşturmanın derdinde iken ve kendine benzeşik çizgileri veya bambaşka dünyaları bedavadan keşfetme, gezme yolunu bulmuşken bunu kötüye kullanır mı ki?

Yolumuz açık olsun ey üretken bloggerlar!!! Kim tutar bizi “)))))))))

5 Aralık 2007 Çarşamba

LAZ PENGUEN..)))

Karadeniz'den sevgilerle...

2 Aralık 2007 Pazar

MERHABALAR

NEDEN Mİ ANTİGONE?

Ben dünyaya kini değil, sevgiyi bölüşmeye geldim” diyen Antigone, eski Yunan mitolojisinde Thebai kralı Oidipus’un kızıdır.

Hikâyeye göre; Oidipus, öz annesiyle evlendiğini öğrenince kendi
gözlerini kör eder ve onaylanmayan tavrından dolayı sürgüne gönderilir. Bu noktada onun yanında olan sadece kızı Antigone olacaktır. Antigone, babasına Atina’ya kadar yol gösterir. Ancak babalarının yokluğundan doğan boşlukta, erkek kardeşleri Eteokles ve Polyneikes birbirine düşmüştür. Günden güne şiddeti artan bu kavganın şekil değiştirmesi ve bir memleket meselesi haline dönüşmesi üzerine Antigone, babası ölür ölmez Thebai’ye döner ve kız kardeşiyle birlikte vaşa karşı savaş verir; ancak, çoktan geç kalınmıştır. Soyu lanetlenmiş Kral Oidipus’un iki oğlu arasındaki savaş ikisinin de savaş meydanında can vermesiyle sonlanır. Böylece tiranlığın tek erkek varisi olan amca Kreon, tahta oturur. Geçer geçmez de, yeğenlerinin ölüm törenlerini, halkın ahlakî değerlerini okşayıcı bir gövde gösterisinde bulunmakta araç olarak kullanacaktır. Kreon, çıkardığı yasayla, Antigone’nin savaşta yenişemeyip ölen iki kardeşinden birini şehit kabul ederken diğerini vatan haini ilan edip, Polyneikes’in ölüsünü gömmeyi yasaklar ve cesedini, kurda kuşa yem olsun diye ortada bıraktırır. Komşu ülkeden yardım isteyen kardeş, hain damgasını yemiştir. Kreon’a göre düşman, ölse de düşmandır.

Bu durum karşısında Antigone, vicdanının sesini dinlemek ile Kreon’un koyduğu toplum kurallarına boyun eğmek arasında kalacak; fakat sonrasında Antigone, buyruğa karşı gelecek ve kardeşinin cesedinin üstüne toprak atarak, sadece kardeşi değil, onunla beraber korkularına boyun eğen insanların utançlarını da gömmek isteyecektir.

İşte böyle büyük bir mücadelenin öyküsüdür Antigone. Nitekim Sophokles, bu mitolojiyi oyunlaştıracak ve tragedyalarından biri haline dönüştürecektir.

Antigone’de mahremiyet ve bir davaya veya fikre bağlanmak; “ev alanı” ve “kamusal alan” arasındaki çatışmalı ilişki tartışılır. Piyes, sosyo-politik değişimlerin, insanın sessiz içsel dünyasına dayattığı zorunlu şiddet çevresinde döner.

Asıl etkileyici olan da, hikâyenin kendinden çok bu çelişkili sürecin anlatıldığı evredir zaten. Kurallara başkaldırmayı haklı gösteren; Sophokles’in -hem fiziksel olarak erkekler karşısında yalnız hem de erkek aklın karşısında çırılçıplak- Antigone tipi ile, dönemi için bile aykırı bir oyun yazarak oyun içindeki kadın kahraman gibi kendisinin de yaşadığı döneme kafa tutan kahraman olmasına destek veren bir oyun… ki bu, çaktırmadan bir taşla iki kuş vurmak tavrı gerçekten etkileyici.

Diyeceksiniz ki “Feminist misin?” Ben de diyeceğim ki, “Her kadın kadar”… ama kastettiğiniz manada ya da zannettiğiniz sivrilikte değil asla. Üstelik bu oyunda kadın figür kullanılması, benim önemsediğim duruşu güçlendirmiş o kadar. Yoksa ha erkek olmuş kahraman, ha kadın… Bu, hayata ve topluma karşı birey olmaya, ben olmaya dair verilen bir savaşın öyküsü!

Güzel değil mi? Tabi bu benim fikrim. Sonuçta manevi bir bağım da var bu oyuna dair:
Üniversite 1. sınıfta -yani daha tıfılken ve bir yer edinmeye çalışıyorken üniversitenin çimen, taş ve sıralarında- sözlü ve yazılı olarak sunduğum ilk inceleme ödevimdi ve sınıf içinde küçük çapta bi sükse sağlamıştı bana. İşte bu nedenle, kendime bir blog açmışken ilk ağızda minnet borcumu ödeyeyim istedim Antigone’ye ..))))))))))

İşte bele... Ben Bilge, bu da blogumun ilk metni. Heyecanlı ve mutluyum. Beni tanımayanlar için; n’aparım n’ederim, ne mezunuyum, mezun muyum, erkek miyim kadın mıyım …? Falan falan falan… ne önemi var bu soruların. Nasılsa bir gün anlaşılırım. Heyy böööle dedim diye “karamsar mıyım, fazla mı felsefe mi yapıyorum, bilgiçlik meraklısı mıyım, pek mi ciddiyim yoksa saklı cıvıklardan mıyım?” demeyesiniz…Yo yo yo… önyargısız: SADECE VARIM! ..)))