29 Mart 2009 Pazar

Geçmişe yolculuk...

Geçmişin koridorlarında biraz daha dolanasım var sanırım. Zati bu aralar, gelen fotoların da etkisi iledir ki boşluk buldukça zihnimi arada orada eyliyorum tebessümle. İşte bu koridorun duvarlarında rastladığım karelerden biri de bu:
Fotoğraftaki çocuk büyüme yolundadır; bi şeyleri adlandırma, o şeyleri kendi için anlamlandırma çağlarında. Çok da sevimlidir tabi yaşı itibarı ile. Tüm akrabaların ilgi odağıdır ve taklit yaşı olmasından olsa gerek, herkes kendinden eklenen bi şeyler de gördükçe heyecanlanmakta, böylece bi şeyler daha öğretme çabasına, ya da kendilerine ait bazı davranışları pekiştirme çabasına girişmektedirler. Çocuk derseniz; halinden memnundur, öyle ya hem bi şeyler öğrenip meaklarına cevaplar bulurken bi yandan da iltifata mahzar olmaktadır.Kısacası kendine gösterilen ilgiden memnundur. İşte böyle bir eğitim anının dondurulmuş bir görüntüsüdür bu fotoğraf da.

Çocuk ile amcası (aslında dedesinin abisidir) - ki amca da eskinin jönleri gibi yakışıklı bi şeydir; ama çocuk o zamanlar bunun farkında değildir tabii ki..))) -, anneannesinin bol çiçekli bahçesine nazır oturmuşlardır. Çocuk, amcasından çay içme dersleri almaktadır. Yöntem şudur; öncelikle çaydan büyük bir yudum, höpürtü ile çekilir ve yutulurken damak ile dil şaklamasının ferahlık hissini veren sesi ağızdan dışarı yaydırılarak içme safhası tamamlanmış olur. Diğer yudumlar da bu şekilde alınarak bardaktaki çay bitirilir.
Çocuk bunu yaptıkça, sevgili ve kocaman amca tarafından yüreklendirilmesinin hoşnutluğundan daha çok kendisine de büyüklere verdikleri bardakla çay içme izni bahşedilmiş olması ile meşguldür. Dolayısıyla bu oyunun bahanesi ile o bardakları kavrayarak büyüdüm edaları satabilsin diye bu amcanın gelmesini başka zamanlarda da dört gözle bekleyecektir.

Geçmişe sevgilerimle...

28 Mart 2009 Cumartesi

Geçmişten bi kare..)

Evet anılar, anılar... bu aralar babam, eskimeye ve belki de kaybolmaya yüz tutmuş geçmiş günlerin fotoğraflarını tarayıcıdan geçirip kurtarma çalışmalarında. Hani iyi de yapıyor, geçmişi kotarma, geleceğe bizimle taşımak adına... ama accayip hüzünleniveriyorum, nedense bir duygusalık çöküveriyor bana, baktıkça resimlere. Ne bileyim işte... ..)) Bak şimdi hasretim depreşiverdi tööövbe tööövvvbe..))))))
Evet efenim daha fazla dramatize etmeden geçiyorum... işte bu aralar bu fotolarla sevindiriyor, süpriz yapıyor babam. Bilgisayarı her açışımda geçmişe ilişkin bikaç tane poz geliyor; hani heyecanlı da oluyor "bakalım bu kez ne gelmiş?" diye. Bugün de ilkokul 3-4 civarına tekabül eden bi foto yollamış. Öyle sevimli çıkmışız ki!.. Başımızda Ömer Tuncer öğretmenimizle sınıfça tüm kadro aynı karedeyiz. Okulca gitmiş olduğumuz bir piknikten bie özel bi foto, her kim çekti ise bilemem ama pek sevimli çıkmışız; elimizde çiçekler, birlikte olmanın alışkanlığıyla rahat ve çocuk masumluğu ile olduğumuz gibi (yapmacıksız-poz kaygından uzak)... Birden geçmişe gidiverdim... sınıf içi çekişmelere, en sevdiğimiz yakantop oyununa, kovalamacalara, pastalı börekli ilk veda (mezuniyet) partimize... ardından lisede de devam eden kimi güzel dostluklara, arkadaşlıklara... ve tabi bu pozu verdiğimiz yere de... Bakmayın bu fotoğrafta hayli mutluyuz, henüz pikniğin başları. Yeme içmeden önce çevreyi keşfe çıkmışız. Önümüzde hocamız elimizde gördüğünüz-her yerde denk gelinemeyecek cinsten, adını bilmediğim- bir çiçek cinsini topluyoruz. Düşünsenize bi okul dolusu çocuk -biri birinde ne görse onu ister cinsinden-, herkes aynı çiçeğin peşinde. Alan büyük ama çiçek öbeği az... haydi hurra, bu çiçekten bulunamadıkça çitler aşılarak arama çalışmaları devam etmekte... hani kızlar neyse ama araya sızan erkek sayısı da azımsanacak cinsten değil. Derken bu cşkulu kalabalığın hevesli çalışmaları, çit ardına sızan birkaç öğrencinin yılan tarafından sokulmasıyla sonlanıyor. Bizler öğretmenimizin kuyruğunda beladan kurtulmaı başaran gruplarn olsak da piknik alanını okulca erken terk edişe eylemde fazla direnemeyip tıpış tıpış dönüyoruz evimize... Aç mı ayrılıyoruz,tok mu şimdi hatırlamıyorum ama o gün piknik sonrası, bu fotoğraftaki kadar mutlu bir suratla vedalaşmadığımız kesin..)))
Bu mutlu tablodaki bütün arkdaşlarıma ve öğretmenime sevgilerimle...

Bir Fincan Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Var

Seçime ramak kala noktasındayız ve itiraf etmeliyim, sonunda biteceği için mutluyum bu seçim telaşı ve çalımalarının. Seçimler her zaman önemlidir, hem de nerede, hangi konuda olursa olsun.. fakat siyasî seçimlerde ayrı bir çevre ve gürültü kirliliği oluşuyor malumunuz ki. Bakıldığında burası küçücük bir ilçe, coğrafî olarak da öyle Karadeniz'in dağlık, dik yapısı gereği. Fakat -bura halkının da söylediği kadarıyla- bu seçim süreci ayrı bir coşu ve çalışma ile sürdürülüyor; artık ne gerekiyorsa... bayraklar mı dersiniz rengarenk, takım elbiseli bir dolu insan mı, mitingler, küçücük meydana kurulan / yansıtılan dev ekranlardan canlı yayınlar, saatlere bölünmüş mitingler, partiye uygun slogan ve tişörtlerle meydanları dolduran gençler vb vb... hatta -benim için ilk defa- belediye seçimleri için evlerimize tek tek nazik ziyaretlerde bile bulundu belediye başkanı adayları. Biter mi, promoyonlu çalışmalar da oldu tabii; "bir fincan kavenin kırk yıl hatırı var" ilkesinden yola çıkarak hemen her parti, yorgun iş dönüşlerimizde kapımıza asılı bulduğumuz özel çantaları ile 1 paket Türk kahvesi ikramlarında bile bulundular..))) Anlayacağınız cüssece küçük ilçemizde siyasî hareketler hayli büyük.
Doğruyu söylemek gerekirse kendi yaşam koşturmacamız, yorgunluklarımız arasında haftalardır sürmekte olan bu çalışmalar bize sirayet ettği kadarıyla yorucu olmasına yorucu; ama aynı zamanda benim için ayrı bir tecrübe. Düşüncesine belediye, muhtarlık ve il meclis başkanlığı seçimlerinde ilk defa adayları gerçekten bizzat tanıyarak değerlendirip seçiyorum..))))
Efenim ne diyelim;
İyi seçimler... dilerim ki her ne olursa, vatana millete hayırlı uğurlu olsun..)

27 Mart 2009 Cuma

yanılsama

"çakıltaşı suyun üzerinde "özgürce"
kayarak ilerliyordu fırlatıldığını
bilmeden. Uzun bir süre ilerledikten sonra
kendi kendine "hah!" dedi:
-"Artık durup
suyun altını gezmenin zamanıdır."
Halbuki bir doğa kanununa uyduğunun farkında
değildi elbet dibe doğru süzülürken."

Şu an şairini hatırlamadığım bu şiiri ezelî sevmişimdir; yaşama dair insanı, duruşumuzu sorgulayan tarafı hoşuma gittiğinden. Öyle ya, yaşamda bir duruşumuz, alışkanlıklarımız, değer yargılarımız var. Bunların kaçta kaçı öğretilmiş, kaçta kaçı sadece bize ait merak etmişimdir hep. Malum sosyal yaratıklarız, tabii ki uyum denen şeye hepimiz tabiyiz. Fakat, diyorum ya ne kadarı biziz görüntülerimizin?... Nerden belirdi yeniden diyceksiniz. Zati duruyodu sandıkta ama bu aralar çıkmasında tetikleyici vazife gören, yakın zamanda okuduğum "Empati" adlı roman üzerine fizikçi bi arkadaşla konuşurken, manyetik alanın+insan beyninin gücüne ilişkin söyledikleri idi. Nitekim romanın özünde de idrakin varlığı sorgulanıyordu..)

işte efenim bu nedenledir ki sevdiğim şiiri sizinle de paylaşayım istedim; hele de şu seçim arefesinde..))) ööle ya güden miyiz, güdülen mi?..

22 Mart 2009 Pazar

olasılıksız empati..)

"Olasılıksız empati de ne" mi?
Bikaç haftadır buduğum her boşlukta "olasılıksız" ve "empati" adlı romanlara yoğunlaşıyor iken şu an ikisini de bitirmiş olduğum dakkalardayım ve her iki romanın da yazarı olan Adam Fawer'in çok zeki bi adam olduğunu söylemeden geçmek istemedim. Konu olarak her ikisi de -son yıllarda moda haline dönüşen bioenerji, NLP, zihinsel güç konularının biraz daha derinleştirilmişi olan- psiko-analiz dolaylarında dolanan bilinçaltıyla ilgili; ancak adam o kadar iyi kurgulamış ki olayı sunuş sırası (olay örgüsü) ve tekniği de merak noktalarını canlı tutma becerisine kadar çok başarılı. Dil edebî anlamda çok zengin değil -çevirmenle de ilgili olabilir tabi bu. Üstelik romanı işler ve kurarken yarattığı kahramanlarının üstlendikleri roller doğrultusunda aktardığı bilgilere bakıldığında Adam Fawer'in bilgi birikimi de hayranlık uyandırıcı..
sanırım psikolojik bilimkurgu roman kategorisinde ele almak mümkün..

e tabi yazdıklarım, BENCE..)))))

21 Mart 2009 Cumartesi

iklim, bahara döndü yüzünü..)


Birkaç hafta önceki soldaki bu görüntünün ardından artık yavaş yavaş bahara bırakıyor yerini, ki martılar da Çoruh'un dibinde buldukları sığ yerlere konuşlanmaya başladılar bile..) E malum Türklerin bahar bayramı idi ya bugün.
Hiç kaçar mı bu muhteşem hava; -soğuk rüzgara rağmen- hazır güneş açmış iken attık kendimizi deniz kenarına. Sahil yolu üzerinde biaç yerde durduk; ama açık alan, küfül küfül esen rüzgar izin vermedi kayaların üzerinde. Biz yılar mıyız hiç, devam; ilerleyen yol boyunca bulduk bi yer açtık çıkınlarımızı, koca bir termos da sıcacık çay.. deymeyin keyfimize..) Böylece baharın gelişini kendi imkanlarımız doğrltusunda şrulaştırmış ve özel kılmış olduk; genel için değil, bi için anlamlı kıldık anlayacağınız.
Gerçi cemre düşeli çok oldu; ama burada Martın 9'u diye bir tabir var ki, hicri takvime göre (+13) martın 22'sini atlatmadan gelmezmiş bahar..
Uzun lafın kısası; henüz bahar tam gelmedi, mart martlığını yapmaya devam ediyor -olsa da- güneşin gramını boşa harcamayın, kaçırmayın diyeceğim..)
Bekliyorum, kop gel / hoş gel bahar..)))))

20 Mart 2009 Cuma

Hazır cevaplılığın bu kadarı..)

Geçenlerde bir yerde okudum pek bi hoşuma gitti de sizler de okuyup tebessüm edebilin istedim:

"Üniversite yemekhanesine giren bir öğrenci tüm yerler dolu olduğundan gidip üniversite profesörünün oturduğu masaya oturmuş. Profesör kaşlarını çatarak: 'Öküzler ve kuşlar aynı masada oturamaz!' der.
Öğrenci: 'O zaman ben uçuyorum...' cevabını verir.
Profesör cevaba çok sinirlenmiş, sınavda o öğrenciye takmış ve sınavını başarısız geçmesi için elinden geleni yapmış. Yalnız sınavda o öğrenci, tüm soruları mükemmel bir şekilde cevaplamış. Profesör o öğrenciye: -Sana son bir soru soracağım, demiş: 'Yolda yürürken iki torba bulduğunu hayal et. Birinde akıl var, diğerinde ise para var. Hangi çuvalı alırsın?'
Öğrenci: 'Para olan çuvalı seçerdim...' cevabını verince,
Profesör:'Ben akıl olan çuvalı seçerdim...' diye üstten bakann bir cevap verir. Bunun üzerine,
Öğrenci:'Normal! Kimde ne eksikse onu seçer..." cevabını yapıştırır fütursuzca.
Profesör haliyle sürekli ava giderken avlanır poziyonundan ötürü cok sinirlenmiş ve öğrencinin not defterini alıp içine 'Öküz' yazmış. Öğrenci nota bakmadan odadan çıkmış. Bir dakika sonra öğrenci kapıyı aralamış ve:'Sayın profesör, imzanızı atmışsınız, fakat notumu yazmayı unutmuşsunuz. ' cevabı yapıştırıp ayrılmış oradan."

Hazır cevaplılığa süper bir anekdot değil mi ..))) Okurken bana Necip Fazıl'ın nısını anımsadım; çok hoştu. Başka bir yazımdapaylaşmak düşüncesiyle efenim..)

19 Mart 2009 Perşembe

Hepimize Dair

"Yalnız kendi başın mı dertli sanırsın,
Gölgesi yeryüzünde avare insan?
Taş da istemezdi yosun tuttuğunu;
Solmakta her çiçek kokusu uçunca.
Tasadır ağaca rüzgârda yaprağı;
Her kuş yanar az çok ölen yavrusuna;
Sivrisinek de halinden memnun değil;
Vızıltısı şikâyet makamındadır"

Çok sevdiğim şiirlerinden biridir Cahit Sıtkı'nın "Hepimize Dair"i . Şu sıralar biraz yorgun ve yoğunum. Saymı boş koymamayayım dedim ve hazır yakın zamanda okumuş iken -çoktandır kenarda kıyıda unuttuğum bu şiiri- istedim ki sizler de duyun..)

18 Mart 2009 Çarşamba

Kaktüs Deyip Geçmemeli!

Eski Western kuşağındaki Pazar günü verilen kovboy filmlerinin yegane dekoru kaktüs!

Evet Kaktüs! Bilir misiniz ki, bu dikenli bitki ne işe yarar? Öyle ya madem ki yaratılmış elbet bi yarayışı var?... (kara sinekleri âlâ çözebilmiş değili ama neyse...) Malum dikenlidir, can yakar. Zaman zaman da kaynana dili gibi kaktüs çeşitleri ile bu batıcılığı pekiştirilir. Peki, bunca mı zararlıdır ya da neye yarar ki kaktüs? Çocukluğumdan bu yana merak ettiğim, sonra yukarıda bahsi geçen filmlerden ve çocuk bilgi belgesellerinden çöllerde içinde su barındıran bir bitki olduğunu fark ederek ikna olup da kapattığım bir konuydu benim için. Sonra dekoratif minyatür tiplerini keşfettim ilerleyen yıllarda. Ardından bi -posta geldi kaktüsle ilgili; bakın ne maharetleri varmış daha bilinmedik!

Mesela radyosyonu emmekte çok etkili olduğu için, en büyük nükleer santral yakınlarında tonlarca kaktüs bulundururlarmış. Hatta geçenlerde İstanbul'da bir banka şubesi de tam 250 adet kaktüs siparişi vermiş, bilgisayarların yanına koymak için.

E bu durumda haydi çiçekçilere falan! Di mi ama, yığınla elektronik cihazın içinde yaşar iken gün boyu, bizim neyimiz eksik? radyasyon yönüden fazlamız bile var hatta; telefonlar, bilgisayarlar, tvler; kim bilir artık, kısacası "ler" de "ler" ...

Efenim sağlıklı günler..)

Massandra şarap mahzeni?

Vakit gecenin bir körü bense işlerimi toparlamakla meşgulüm. Bir yandan da tv'ye bakıyorum. TV 8 açık bir gezi belgesel görüntüde. Sevimli bi sunucu, sevimli-esprili bi aktarımla, bilmem hangi program ama Kırım-Yalta tanıtımını yapmakta. Efenim farklı ve renkli görüntüler arasında ilginç bir bilgi geliyor oraya ilişkin: ŞARAP. Diyeceksiniz ki neresi ilginç ki, Rusya sınırlarında normal. Yok ööle değil. Kırım Yalta'da "Massandra Şarap Mahzeni" diye dünyaca meşhur bir mahzen varmış. O kadar ki, şarap kalitesi ve üretim oranı ile Giness Rekorlar Kitabı'na bile girmiş.
Ööööle hafife almayın bu mahzeni; burada bütün şarap şişeleri alarm takılı vaziyette demlendiriliyormuş. Hatta bunlardan tanesi 50 bin dolara satılanları da hayli fazla imiş. Kimden koruyorlar demeyin, yığınla turist geziyormuş bu mahzeni. Kolay mı 10 milyon litre yüksek kalite şarap üretiliyormuş yılda. Yüksek kalite için de en az 3 yıl bekletilmesi zorunluluğu düşünülecek olursa hayli meşakkatli bi iş. Tüm şarap sektörünün gözü burda imiş durum bööle olunca da.. e şu durumda haklılarmışda..)))
hani şarap meraklılarına.. ;)

16 Mart 2009 Pazartesi

eleğimsağma

Yılın benim için ilk gökkuşağı huzurlarınızda!

Evet, bu yılın ilk eleğimsağması (=gökkuşağı)tarafımdan Ankara'da, 15 tatilde iken keşfedildi. Soğuk bir günün ardından yağan yamurla yumuşayan havaya güvenle camın ardından çaylarımızı yudumlar iken birden çıkıverdi ortaya. Bunca betonarme yapının arasında kentleşmeye inat nasıl da istediği yerden, kendi doğasının estirdiği gibi yerleştirivermiş cüssesini değil mi manzaraya. Tabi durur muyum, hemmen odamda aldım soluğu... bir çırpıda elime aldıım gibi fotoğraf makinemi koştum balkona. Muhteşem görünüyor, belki sıradan bi renk kırılması ama şu renklerdeki pastel cümbüşe bakın!..)))
Ne zaman bir gökkuşağı görsem huzurlanırım. Bi de aklıma Ömer Seyfettin'in "Eleğimsağma" isimli hikâyesi gelir ki okumaya değerdir o yaş grubu çocuklar ve de meraklı büyükler için. Ananelerimiz arasında gizliden devam eden tatlı baıllardandır eleğimsağmanın da hikâyesi. Hani çoğunuz bilirsiniz -en azından benim yaş grubumda olanlar- gökkuşağının başladığı ve bittiği yerde altın, gömü vardır; gökkuşaının altından geçenler çabuk büyür ya da altından geçmeyi başaranlar erkekse kı, kızsa erkek olur gibi hikâyeler... e tabi gülersiniz şimdi; ama çocukken inanmak hoşunuza gider ya da zaten inanırsınız. Ben Ömer Seyfettin'in "Eleğimsağma"sını okuduğumda inanacak yaşı geçmiştim -ortaokulda idim-, ama eğlenmiştim okurken. Ahlak meraklısı bi bakışla öyküler yazan Ömer Seyfettin'in -alttan alta mesajlı olsa da- en keyifli, güldürebilen tek öyküsüydü diyebilirim.
Neyse efem, aklıma düştü foto arşivimi kurcalarken yedi renkli manzarayı görünce. Bu ferahlama hissini size de bulaştırayım istedim..)

7 Mart 2009 Cumartesi

bu bitki yerde mi gökte mi..)))

Bugün de başka bi malzeme ile geldim; çocukluğa dair... Bi arkadaşımla konuşurken "biliyor musun ben küçükken çileğe bayılırdım ve sanırdım ki çilek ağacı diye bi şey var şööle kıpkırmızı çileklerle bezeli. Bi de hayal ederdim, o ağaca -ki varlığından da görmüş kadar eminim üzerine hayal bile kuruyorum- salıncak kurup sallansam; hem yesem hem sallansam hem de seyre dalsam... bi gün teyzemle konuşurken dedi ki teyzem, gel bahçeye çıkalım da göstereyim sana çilek ağacını. çıktık bahçeye, bende bi heves... sonunda ağacımı görücem diye turlamaktayım tüm bahçedeki ağaçları dört gözle... hani nerde? diye bakınca teyzemin gözlerine, çabama acımış olacak ki daha fazla bekletmeden saksı içindeki minyatür ağaççığı işaret etti eliyle, işte seninki... hayır üzerinde çilek olmasa inanmıcam..)))". Önce bastım kahkahayı arkadaşımın hikayesine, sonra tebessüme dönüştü suratımdaki kahkahanın şekli... ööle ya çocukluk hayalleri suya düşmüş diye..
sonra dedim ki otur da kendine gül, sen değil miydin pamuk ağacı var zanneden... ne dalga geçmişti babam dönmüş dolanmış çıktığımız tatil yolunda, muhabbeti gene aynı noktaya getirip getirip "mısır ağaçta mı olur yerde mi? ya fındık ? çalıda mıdır, ağaçta mı, yerde mi? çay nerde olur ki? ..." diye devam eden sorularıyla uğraşmıştı benimle.. bi de arada dönüp annemi de ortak etmek için kahkahalara deşifre etmişti beni. Canım ne bile idim ben o zamanlar; çocuğum, üstelik bandırma'da yaşarken kurak bi bölgedeki bitkiyi..."

6 Mart 2009 Cuma

Yeni Bi Aysel Gürel Doğuyor..))))))

Efenim, neredeyse haftalık bi aradn sonra tekrar merhaba. u aralar ayrca bi koşturmaca ve orgunuk; küçücük ilçede bitmek bilmeyen okul içi ve ilçe geneli toplantılar; gir çık derken ömür geçiyor. Bilmiyorum ne kadar yol kat ediyor ya da yol katettiriyoruz... falan falan fani meşgaleler işte...
Ha evet başlık! ööle ya nası yani ölümünün 2. yılında kültürel bi haber mi falan diyeceksiniz? Yok değil, tamamen kişisel bir haber ve yorumum.. Geçenlerde bi arkadaşla konuştuk ve beni kırdı geçirdi telefonda. İnsan tanıyıp halini tavrını hayalleyebilince daha da anlamlı -yani komik diyeyim- ve görülür hale geliyor. Neyse efem, mevzu şu:
Bi arkadaş düşünün, genelde kafa dalgın, yoğun çalıştığı zihin de her an işlediği için meşgul, bu kargaşada da yer yer eşyalarını kaybeden..) -hey kızma bak bana, izin alarak anlatıyorum- Haftalardan birinde yine gece geç vakit yatıyor ve odayı genel hatlarıyla mutfağa taşımak gayretiyle yarı uykulu yükleniyor mutfağa ait olanları oraya, tezgaha doğru. Çöp torbasının ağzını sıkılıyor iyice, güya düzenlice yatacak. Ertesi gün sabah er vakit takıyor lenslerini ve koyuluyor yola. Yorgun argın geldiği akşam üzerindeyse okumaya yeltendiği esnada fark ediyor gözlüklerinin yokluğunu. Başlıyor orayı burayı kaldırmaya, kurcalamaya. Nerelere bakmıyor ki; yatak yorgan, koltuk kanepe arkası, kitap-dosya dolabı, banyo, kimi mutfak merkezleri... yok, yok... Sonra şeytan dürtüyor, diyor ki "sakın dün akşamki uykulu halinle çöpü boylamış olmasın senin gözlük?" Bir dudak sırışı kadar geçen sürenin ardından işliyor beyin... adım adım dün akşamı tekrarlıyor zihninde, bağlantı tam da evdeki çöptenekesinin orada kopuyor nedense. Tamam, karar veriliyor ve hipotez teze dönüşüyor...
-Evet benim gözlük çöpe gitti!
-napmalı?
-çöpe bakmalı!
-olur mu benim bi duruşum, bi kariyerim var!
-iyi de bu krizde b gözlüğe yeniden o kadar para verilir mi, şu parasızlığınla?...
-yok yok !? yani bi görefalan olur...
-o zaman görünmez bi vakit düşünmeli...
İşte bööle kafa içideki muhakemenin ardından gece 12 civarı yola koyuluyor bilmem kaç daireli koca bi apartmanın sakini olan bizim arkaaş. Yanılıp yenilip gelen olsa ya da dışarıya bakan olsa.. aman ha mazallah..) Derken çok tan çöpün dibinde buluyor kendini, elinde de sembolik bi çöp torbası. Çöp kutusuna atar havası yapıp çaktırmadan kolaçan edecek çöpü. Hayır, görünmüyor, en azından dünkü çöp torbasına benzer bi şey görünmüyor, daha yakından bakmalı... Uzanıyor çöpe daha alıcı bi gözle... o da nesi bi araba geliyor apartımana doğru rezalet, eldekini de attı çoktan poz gitti... sokak lambası da tam tepesinde çöpün... rezalet... oh neyse yoldan geçip gidiyor araba, arkadaş da kendini yoldaki kamyonun ardına kamüfle ediyor o suırada. -Oysa zamanında rahmetli Aysel Gürel kameralara poz vererek göğsünü gere gere karıştırmıştı mahalle çöplerini. Onların içinden çıkanlarla başka hayatlara ilişkin neler keşfettiğinden ve nasıl onları yeni şekillere büründürdüğündefalan bahsetmişti üstelik..) marijinal bi yaklaşım.. gerçi biz yapsak deli oluruz o yaptı rijinal sanatçı bakışı oldu..)- Derken ortalık sessizleşiyor yine, bizim arkadaş yine yanaşıyor sinsi bir jasus edasıyla Allahın kıytırık çöp kutusuna. Belediye de ne derin yapmış bu belediye çöp bidonlarını diyor kendi kendine... öyle ya boy kısa, vaziyet nahoş, üztelik kim bilir kendi çöpü hangi katmanda?... Çevreyi bi kolaçan ediyor, daire ışıklarını falan... o da nesi biri mi var üst balkonlardan birinde, sigara ışıltısı mı parladı yoksa?... Kısa bi beklemenin ardından endişelerini kovalıyor kafasından gözünden. Derken ıssızlıktan faydalanarak çöp poşetlerini dışarı çıkarırken buluyor kendini. Ardından daha derinlerdekilere yelteniyor... ne mümkün, uzanarak ele almak imkânsız... beline kadar çöpe asılıp ayaklarını havaya verip ulaşma ölçüsünü artırmaya çalışıyor komedi filmlerindeki gibi... hayır o da nesi bi çıt mı geldi arkadan?... (o ANLATIYOR KAHKAHALARIMIZLA bölünen aralıklarla) ... nafile ulaşmak olasılıksız bi hale bürünüyor... Bakıyor ki olmayacak, direnmenin manası yok... kaldı ki o diplerde de dünkü çöpüne benzer bi poşet yok, bırakıyor her şeyi yerli yerine ve evinin yolunu tutuyor... e kaçan fırsatlar rafına bir yenisi daha ekleniyor, çalışkan belediye çöpçüleri sayesinde..))))
sevgilerimle arkadaşım yafu, çok öpüyorum seni..) herkes gibi normal olmayıp onun dışında olabilmek güzel... gerektiğinde içindekiler için sıra dışı mücadele vermek de ..) İsterdim ki bunca çabadan sonra bari gözlüğünü bula idin...