23 Mayıs 2008 Cuma

Kars Macerası-2 (Keşif Zamanı)

10 Mayıs 2008
Ardahan’ın sabahına şahidiz bugün. İl olduğuna inanmak zor, müstakil evler ve ahırları ile bi kasaba edasında duruyor karşımızda. Merkeze doğru iniyoruz, apartmanlaşmaya rağmen bu hava dağılmıyor. Akşamki meşakkatli ama başarılı yolculuğun da tesiriyle olsa gerek arkadaşlarla yaptığımız bu kaçışın rahatlığı ile bunu da sevimli karşılıyoruz; soğuk dışında.

Yol boyunca düzlük ve otlayan hayvanlar. Ara ara kendini gösteren bi deltaya şahit oluyoruz bu esnada. Artvin’de yaşarken gözümün düzlük denen şeyi unuttuğunu fark ediyorum. 1.5 saat sonrasında Kars’tayız. Grilik ve bina rengi olarak da kapalılık devam ediyor. Fakat bi başkalık var bu şehirde, tarihî dokusuyla etkiliyor beni. Nasıl da muhafaza edilmiş olduğuna şaşırıyorum; Bizde pek olmayan at, aslan, fil heykelleri karşılıyor sokak aralarında, kavşaklarda falan. Bizans motiflerini görüyorum kimi binalarda. (bu arada, üstte sol tarafta yer alan fotodaki teyzeye dikkat, uzun bir süre gerek gözü gerek vücuduyla bizi takip ederek gazeteci olduğumuza kanaat getirip yer tarifine, binevi rehberliğe soyundu. E hakkı kalmasın dedim, belki gazeteye çıkarım hevesiyle verdiği poz boşa gitsin istemedim..)) ) Çarşı içlerine doğru ilerledikçe, köşeli mimarisiyle biçok bina çıkıyor karşımıza, renkleri beyaz ve sarı üstelik bunların çoğunun. Caddeler geniş ve teremiz, kimi devlet kurumlarının meskeni olmuş bu tarihi mekândan geçiyoruz. Ankara’daki konsolosluk sokağına girmiş gibi hissediyorum kendimi. Sonra fotoğraflardan aşinalık kazandığım Gürcistan’a benzediğini fark ediyorum. Vayyyy beee varmış biz de böle yerler diyorum sevinerek. Zamanında Ruslardan kalma yapılar oluğu için bol bol foto çekek devam ediyoruz. İstikâmet Kars Kalesi. Tırmanıyoruz az bi çabayla oradayız. Yıkılmışlığına rağmen güzel bi kale, restorasyonlarla destekleniyor görünüşe göre. Kale içinde Celal Baba Türbesi karşılıyor izi, içinden önce sesi sonra kendi görünen bi dede çıkıyo ki sormayın pek yaralı tarihin kıymetlendirilmemesinden. Amca’yı dinleyip gönlünü alıyor ve devam ediyoruz yolumuza. Sonra, kilise olarak yapılıp, Türklerin hakimiyetine geçer geçmez camiye dönüştürülen çok güzel küçük bi yapı çıkıyo karşımıza. 12 Havari freskleri bile bozulmadan duruşuyla etkiliyor beni (yukarıda sağda). Çekmez olur muyuz, bol bol fotoğraf çekiyorum. Beklediğimden fazlası ile karşılaştığımdan mıdır nedir bi heves kaydediyorum her şeyi kafama ve makineme. Aşağıya doğru inen düz yoldan sola kıvrılıyor ve bi ara sokaktan geniş avlulu bir türbeye ulaşıyoruz: Seyyid Ebü’l-Hasan Karahanî Türbesi. Önce hemen her türbe gibi bakıyorum avlu içinde beliren bu türbeye de ama içeri bi giriyorum, etkilenememek mümkün değil; bordo kadife perdeler, sıra sıra muhtemelen müritlerinin mezarlarıyla çevrelenmiş ferah bi oda. Rahatlatıcı bi atmosferi var. Çok bakımlı ve yaşam emaresi varmış gibi canlı bi atmosfer. Anlatması zor. Sessizce fotoğraflamaya çalışıyorum ama solumak başka bi şey. Çıkıyorum tabii ki, sonran öğreniyorum ki herkese nasip olmazmış buraya gelmek. Arkadaş 4 yıl okumuş, üstelik Ardahanlı ola ola son sınıfta anca gidebilmiş.”Haydee!” diyorum, “İnsan daha önce söyler!” ..))
Türbe ve kiliseyi aynı kareye alma çabam anca sol üstteki sonucu verdi. Bu arada ilinin adı yazmıyodu bi yerinde??? ilginç bi savsaklayış değil mi yafu!şimdi sosyal ve ekonomik mevzuulara girmim diyom ama ne diyim... turizm???

Hiç yorum yok: