13 Eylül 2008 Cumartesi

Tatil kokusu sinmiş bi yazı... (1)

Efenim selamlar. Malumunuz kaç zamandır pek yokum ortalarda; ne yazı girebildim ne içim dökebildim..) zaman kazanmak için sağ yana eklemeyi sektirmediğim fotolarım da kafi gelmemiş olmalı ki çevreden irili ufaklı taşlar gelmeye başladı. Tamam dedim artık, az biraz silkelenip inatla yazmak zamanı. Yok ööle işi, ramazanı, yat kalk uyku dengemin bozukluğunu falan bahane etmek. Hayır içimde kaldı birikenler, yakında taahütten kalkacak bari bi ikisini sıkıştırayım araya istedim.

Efenim, yaz rüzgar gibi geçti ve ben işe tam hız başlayalı 3 hafta oldu. Dolayısıyla tatilde topladığım enerjiyi tasarrufuma bırakan olmadı; ama kararlıyım ööle bi çırpıda bitirmek yok iç enerjimi..)

İtiraf etmeliyim ki son birkaç yıl içinde yaptığım kafamı götürmediğim ilk tatilimdi. Doğrusu çok gezmiş olmamın etkisi oldu bunda ama daha da etkili olanı tam bi kavuşmalar yazı olmasıydı sanırım. Bu kısmı ööle uzun uzadıya anlatacak değilim ama bazısı tesadüfler, bazısı planlı buluşmalarla 3-4 yıldır görüşemediğimiz ahbaplarımla kavuşmak çok güzeldi... eksilmeden saklı kalanları yakalamak vs vs...

Malumunuzdur ki tatile geç çıkmıştım; 12 Temmuz -kurs sonrası bitap vaziyette-, ama pir çıktım. Birdenbire gelişen bir davetle arkadaşların bana da yer ayarladıklarını söylemeleriyle Antalya-Finie'de buldum kendimi. Öööle atah bi yer değil ama mutevazı bi tatil arayanlara, biraz da ucuz bire bir DSİ Teisleri. Derken indimoldu akşam, 4 kişil bi tatile tavken olduk 12 kişi, tesisin kalender müdürü de eşlik edince gelsin eğlence. Yaşlı genç kalabalı grubumuzla çıktı keşfe Finike'yi. Finike, Antalya'ya yaklaşık 2 saat bi ilçe. Denizi ve kumu süper. Üstelik koylarıyla meşhur, Noel Baba'nın doğum yeri kabul edilen Demre'ye de çok yakın (ki bu kısmı es geçmeyip ilerde gelicem). Finike-Demre arası portakal suları gırla gitmekte (Yaz meyvesi değil ama seracılık yaygın olduğundan olsa gerek bööle şeker gibi portakal içmedim yani..)









Yol boyu Demre'ye doğru ilerlediğinizde muheteşem manzaralı koylar göreceksiniz. Ancak sahil yapısı olmayan daracık ve bol virajlı yollar altında kaldığı için doğallığını korumayı barmış bu koylara ulaşmak serin suyuna ermek onca da kolay değil. Önce arabayı park edece -daha dorusu sıkıştıracak- bi boşluk bulmanız gerekiyor, sonra da inebilecek bi patika. Ama sonrasında sizi ödüllendiren pırıl pırıl, dibi rengarenk taşlı bir deniz ve güneşin okşadığı yeşilli mavili bi manzara... İki küçük plaj dışında her yer doğal ve parasız. Anlayacağınız ucuz bi memleket..)) Hemen size bi iki koy fotosu sunayım da anlayınız efenim:



Öööle bi iki uzaktan görüp geçmemenizi, buz gibi suyun içine kendinizi bırakıvermenin tadına varmanızı tavsiye ederim.
Koy faslını bu şekilde tamamlar iken yol üzerinde sağ tarafta "Suluin Mağarası" tabelasını göreceksiniz. Yukarıdan bakıldığında sığ görünen ama derinliğinin ölçülemediği ve atılan hiçbir taşın suya düşmediği iddia edilen bu mağaranın, kayda değer bi yanı yok, bence zaman kaybetmeyiniz. Nitekim biz üstten değil alt tarafından dolanınca attığımız her taşı oraya ulaştırdık diyebilirim -tamam biz bayanlar pek isabet ettirememiş olabiliriz, ama cengaver arkadaşımız sağ olsun..)- Bu mağara suyunun çıkış noktası hala tespit edilememiş, üstelik geçen yıl suya giren 2 yabancı turistin cesetleri de bulunabilmiş değilmiş. İşte bütün bunlar şehir efsaneleri gibi anlatılınca heveslenip bi gaz koşup sonra da bööle eliniz boş dönebiliyosunuz bazı... Ama üzülmezsiniz, çünkü mağaranın yarttığı hayal kııklığı fazla uzun sürmeyecektir; çünkü siz meşhur Demre'ye ulaşacak olmanın hevesiyle çoktan yola koyulmuşsunuzdur...
Ooo saat hayli olmuş, bugünlük bu kadar yeter. Demre'ye ilişkin izlenimlerimle başka bir yazıda görüşmek üzere..)

Hiç yorum yok: